29 Temmuz 2010 Perşembe

DUVARSIZ AVLU



Duvarsız Avlu (Öyküler)
Hale Seval
Pia Yayınları,
İstanbul, 2010
ISBN: 978-975-468-919-8,
184 Sayfa,

Tenedos(Bozcaada)'a geldiğimde, adadan aldığım ve adayla ilgili üç kitaptan ikincisiydi bu kitap.
Bu yıl basılmış, yani yeni bir kitap.
Yazarı Hale Seval okullu bir edebiyatçı. Öykü yazıyor. Çeşitli öyküleri ödüller almış.
Adada yaşadığı dönemlerde, adadaki tanıdıklarından, onların anlattıklarından, gözlemlerinden yola çıkarak asıl olarak "adalıları ve ada yaşamını" anlattığı, bir anlamda adayla ilgili bilgi veren bir boyutu da olan bir kitap yazmış.
Adayı "turistik bir yer" olmanın ötesinde merak edenler için bir tür "rehber" de denilebilir. Ama bu rehber, burada yapılacak yeni keşiflerin, yazılacak yeni öykülerin ve insan hikayelerinin olsa olsa yolunu gösterecek nitelikte.
Adanın yerlileri, eksiğini, abartısını, kurgusunu fark edip bu yönden eleştirse de "bilgiyi bir öykü biçimde öğrenmek" de keyif veriyor.
Bence adada birkaç günden daha uzun kalacak olanlarla, adayla sonrasında bağını da sürdürecek olanlar mutlaka okumalı. Hoşuma giden bir yanı da adayla ilgili kitapların sayıca artması, daha çok artması dileğiyle..

29.07.2010 / (891/18)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.saykitap.com/BSWeb/KitapDetay.aspx?kID=99231&kitapAdi_Duvars%FDz_Avlu_Bozcaada

27 Temmuz 2010 Salı

ANAYURT



Anayurt (Roman)
Dimitri Kakmioğlu
Çeviren: Niran Elçi
E Yayınları,
İstanbul, Şubat 2009
ISBN: 978-975-390-243-4,
221 Sayfa,



Bozcaada'da aldım. Bozcaada'da okudum.
İçinde 10 yaşında bu adayı "Tenedos" olarak bırakıp, 30 yıl sonra "Bozcaada" diye bulan bir adalının "trajik" hikayesi anlatılıyor.
"Kendi yurdunda sürgün" olmak, genellikle "solcu"ların kendilerine biçtikleri bir "konum". Onlar zaman zaman kovulsalar da gün geçti, devran döndü ve geri dönebildiler.
Oysa bu sürgünlüğü geri dönüşü olmayacak bir şekilde gerçekten yaşayan birileri hep var oldu bu coğrafyada. Dilleri, dinleri, renkleri, kültürleri, adet, gelenek, görenek ve tarihleri farklı ama "buralı" olan insanlar, en azından 50-60, en çok 100 yıldır sürgünler, kendi yurtlarından yuvalarından.
Onların yurtlarındayken bu "trajedi"nin kitapta anlatılması mümkün olan yalnızca bir bölümünden haberdar olmak bile insanı kahrediyor. Hiç bir payımız olmasa da en azından ses çıkarmadığımız "ortak" olduğumuz bir suçun failleri olarak "af" dilemek yetmiyor. Daha çoğunu yapmak gerekiyor.
Ama bunun için önce farkında olmak; bastığın her yere, dokunduğun her şeye bir de bu gözle bakmayı gerekiyor.

Tanıklıklar çok önemli.
Yazılı tanıklıklar, görüntülü tanıklıklar çok önemli. Zamanın bozamayacağı, yok edemeyeceği, değiştiremeyeceği şekilde kaydetmek çok önemli.
Dimitri Kakmioğlu bunu yapmış, hem de çok iyi yapmış, "Anayurt"unda.
Öncelikle "Ana"sı için, hepimizin anaları için...
Seni tanıdım. Artık unutmam olası değil Dimitri...
Sen koyduğun bu izle bu adada hep varolacaksın.

27.07.2010 / (890/17)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.eyayinlari.com/

25 Temmuz 2010 Pazar

MUZ SESLERİ



Muz Sesleri (Roman)
Ece Temelkuran
Everest Yayınları:739, T.Edeb.:239,
İstanbul, Ocak 2010
ISBN: 978-975-289-670-3,
277 Sayfa,


Bin Muhteşem Güneş'e dair yazdığım sözü yinelemek çok anlamlı olmayacak belki. Ama yine de söyleyeceğim: "Dünyada ne çok acı var!"
Acı dolu ve acıtan kitaplar okumak istemiyorum. Ama okumak zorundayız. Acıtmamanın ilk koşulu acıyı, acıdığını fark etmek, anlamak ve bilmek.
Dünyada iki tür insan var: Acıyı yaşayanlar ve acıyı yaşatanlar.
Duyarlı ve gerçeği görüp anlatmayı yeğleyen yazarlar bu iki grubun ara yerinde duruyorlar. Bir yandan acıyı yaşıyorlar, bir yandan da onları yaşamamışlara acıyı yaşatıyorlar.

Ece Temelkuran Oxford, Paris ve Beyrut'tan yazıyor. Hepsinden de "Beyrut"ta, Filistin'de gözümüzün önünde, her gün, şu anda bile süren acıyı bize aktarmak için yazmış bu romanı.
Belki de bu kitaba "roman" denmemeli.
Aslında, o önce bir gazeteci ve gözlemlediklerini, gördüklerini, yani gerçekleri anlatıyor bize. Onun anlattığı yerlerde "acı" hüküm sürüyor. Kahkahalar atılırken bile. Orada "ölüm" hüküm sürüyor. Çocuklar ilk önce insan öldüren silahların seslerini öğrenirken. Acının ve ölümün olması için önce "yaşam"ın olması gerek kuşkusuz. Temelkuran o yaşamı anlatıyor bize her boyutuyla.
Sanki oradaymış gibi izliyoruz olan biteni, onun yazdıklarından. Bir dolu varlığını bildiğimiz ama asla tanımadığımız insanları bize anlatıyor.
Muzlar birbirlerinden ayrılırken "cuk cuk" diye sesler çıkarırmış, ondan söz ederken anlatıyor tüm bu "acı"ları.
Sonra portakal ağaçlarının, çiçeklerinin kokusunu duyup, kendisini görünce doğuracaklarının daha güzel olacağını düşünen kadınların karınlarına birşey düştüğünde de bir ses gelirmiş, onu anlatırken anlatıyor, yaşadığı içimizdeki ve dışımızdaki "acı"ları.
Savaşın hiç olmayacağı, yaşanmayacağı o ilk güne kadar hepimiz duymalıyız, o muzların seslerini, hepimiz koklamalıyız portakal çiçeklerinin o kokusunu, "acı"ları içimizde duyarak.
O ilk günü yaratma umuduyla. Filipina'ya ve tüm Filistinli kadınlara...
Eline, aklına, yüreğine sağlık Ece Temelkuran.

25.07.2010 / (889/16)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.everestyayinlari.com/kitaplar.asp?b=580

18 Temmuz 2010 Pazar

ÇÖPLÜĞÜN GENERALİ



Çöplüğün Generali (Roman)
Oya Baydar
Can Yayınları:1833,
İstanbul, 3. Baskı: Ekim 2009
ISBN: 978-975-07-1088-9,
257 Sayfa,


Erguvan Kapısı'ndan sonra Oya Baydar'ın okudupum ikinci romanı.
Tıpkı Tahsin Yücel'in Gökdelen'i gibi gelecekten geçmişe yani bugüne bakıyor. Başka türlü söylersek, aslında bugüne gelecekten bakıyor.
Halen yaşadığımız, sonrasında ne olacağını bilemediğimiz yaşam gerçeklerini bazı metaforlarla anlatıyor. Ergenekon davası'nın konusunu oluşturan olayları bir "patlama"yla, sistemde yeri olmayan ve aslında sistemin besledikleri, ama asla sisteme teslim olmayanları da yine askeri bir tanımla "general" olarak nitelendiriyor.
Okurken insanın kendisine çeşitli sorular sormasını sağlayan, sorumluluğunu anımsatan ve bir tutum almaya yönlendiren, diğer bir deyişle "provoke eden" bir kitap.
Romanda en önemli tartışma konularından birisi de "belleğimiz", daha doğrusu anımsadıklarımız ve unuttuklarımız. Ancak bu kez "unutturan"lardan söz ediliyor, sorumluluk onlara daha doğrusu"yaratılan" bir "virüs"ün oluyor. Herşeye "kâdir olan" virüslerden birisine: "Üç maymun virüsü"ne.
Bugüne, yaşadıklarımıza kafa yoranlarca okunması gerekli bir kitap.

18.07.2010 / (888/15)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.canyayinlari.com/BookDetails_COPLUGUN-GENERALI_2619.aspx

17 Temmuz 2010 Cumartesi

ORGANON-I /KATEGORYALAR



Organon-I/Kategoryalar (Klasik-Felsefe)
Aristotales
Çeviren: Hamdi Ragıp Atademir
MEB Yayınları:1172, Batı Klasikleri:23, Ankara, 1995
ISBN: 975-110-148-4,
64 Sayfa,

Brecht'in tiyatrosuna da rehberlik etmiş, Aristo'nun Organon'unu ilk kez okudum.
Ne zamandır bir "mantık" kitabı okumamıştım. Aristo'nun düz mantığının ayrıntılarını okumak, düşünmeyi öğretmek bakımından çok önemli.
Bu ilk kitap bir şeyin ne olduğunu ya da olmadığını kendi içsel düzeni ve mantığı içinde ortaya konuluyor.
Mantığı neden lise müfredatından çıkardılar şimdi daha iyi anlıyorum.
Nazım'ın dediği gibi bu düzen, bu sistem "düşünen insan"a karşı çünkü.
Bulabilen herkese öneriyorum. Yaşı kaç olursa olsun...

17.07.2010 / (887/14)

DOLGUN NABIZLI KİTAP


Dolgun Nabızlı Kitap (Deneme)
Faik Çelik
Cinius Yayınları-Sağlık,
İstanbul, Ocak 2010
ISBN:978-605-5618-55-1,
136 Sayfa,


Dr. Faik Çelik'in İÜ'ndeki çalışma odasında "Beğenmen umuduyla" yazarak verdiği bu kitabı okuyup bitirmem uzun zaman aldı. 136 sayfalık kitabı bir roman gibi değil de birer makale okur gibi her yazısını ayrı ayrı okudum.

Bu kitap da daha önce yazdığı iki kitabın izleğini sürdüren, sağlık ve tıp ortamının, hekimliğin, sağlığın ve insan ilişkilerinin tartışıldığı, bunları yaparken arada kimi bilgilerin de öğrenildiği, sanki ders kitabı gibi okunacak bir kitap. Sonunda yer verdiği "aforizmalar" da kitabın bir özeti gibi..

Onun bu yazılarında yer verdiği düşüncelerin büyük bölümüne katılmıyorum aslında. Kuşkusuz bu gerekli de değil. Ama okumak, her birinin üzerinde düşünmek, hatta olanak olursa birileriyle tartışmak ve sonrasında da yeniden yazmak gerektiğini söyleyebilirim.
Önceki kitaplarında da, çeşitli sitelerde okuduğum köşe yazılarında da aynı düşünceler ve duygular uyanıyor. Özellikle tıp öğrencilerinin okumalarında yarar olduğunu düşünüyorum: Bu yazılardaki konuları düşünüp tartışarak "hekim olup" olmayacaklarına, "hekimlik" yapıp yapmayacaklarına karar verebilsinler diye.

Bu kitap da ardından başka kitapların geleceği umudunu doğuruyor okunup bitirildiğinde. Bakalım bir sonraki kitabın adı ve içeri ne olacak?

Ben buradan bir öneride bulunuyorum:
"Kalp vurum sesinin söyledikleri".

17.07.2010 / (885/12)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.ciniusyayinlari.com/kitapayrinti.asp?id=100092

PAHALI BİR TELEKIZIN ANILARI


Pahalı Bir Telekızın Anıları
Gerçek Bir Hikaye
Dimitra Ekmektsis / Patricia Lieb
Çeviren: Deniz Kantarcıoğlu
PMP Yayınları/Biz+ Yayınları,
İstanbul, Aralık 2006
ISBN: 9944-114-01-4, 221 Sayfa,


Gerçek yaşam öykülerini okumayı seviyorum. Her biri insana ve yaşama dair birşeyleri öğretiyor. Özellikle toplum içinde "öteki" sayılanların yaşamlarını okumak, anlamaya çalışmak bana önemli ve anlamlı geliyor.
Ünlü insanların yaşam öyküleri genellikle "çok satmak-para kazanmak" için yazılıyor ve basılıyor.
Bu kitap onlardan biraz farklı. Çok bilindiği sanılan ama az bilinen bir yaşam alanının hikayesini anlatırken, aslında para kazanmayı değil de bir "haksızlığı" ortaya koymayı amaçladığı için yazılmış ve yayınlanmış.
Dimitra Ekmektsis'in kitapta ortaya çıkan iki özelliği var:
Birincisi "istediğini yapma özgürlüğü"nün herkesin hem hakkı hem de ödevi olduğu gerçeği.
İkincisi ise "içtenliğin" karşılığı çok ve büyük bedeller olsa da insanları üstün kılan en önemli özelliklerden birisi olduğu.
Doğru ya da yanlış olmak, doğru ya da yanlış yapmak çok da önemli değil; eğer bunları yaparken ve sonuçlarını gördüğünüzde içtenliğinizi koruyabiliyorsanız, sonuçta kaybetseniz de aslında kazandığınız anlamına geliyor.
Dimitra yumuşak, dostça ve sanki doğrudan bize anlatıyor gibi yazarak yaşamını bizlere tüm boyutlarıyla açıyor. Okurken onu tanıyor daha da öte onunla bir arkadaş oluyorsunuz sayfaları okudukça.

Burada elektronik dünyanın geldiği noktayı vurgulamadan geçemeyeceğim. Kitabı okuduktan sonra yazarın oorada anlattıklarını internetten sesli, görüntülü olarak, kendi ağzından dinledim. Dahası Türkiye'ye geldiğinde verdiği söyleşiyi NTV'nin sayfasından okudum. Bu sayede kitap okumanın keyfine bir kez daha vardığım gibi, yaşanmış gerçekleri, insanların hayat hikayelerini öğrenmenin hiç bir zaman olmadığı kadar kolay olduğunu bir kez daha görmüş oldum.

Yazana, hazırlayana, basıp dağıtana teşekkürler.

17.07.2010 / (886/13)

10 Temmuz 2010 Cumartesi

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ


Bin Muhteşem Güneş (Roman)
Khaled Hosseini
Çeviren: Püren Özgören
Everest Yayınları,
İstanbul, 6.Basım Eylül 2008
ISBN: 978-975-289-484-6,
430 Sayfa,



"Dünyada ne çok acı var!"
Bu çok satan kitabı okuyup tamamladığım üç gün boyunca hep bu söz dudaklarımdaydı. Aslında Bosna Hersek'te tüm batının gözünün önünde yaşanan dramın, küçük bir örneğini anlatan "Leyla" kitabını okuduğumdan beri bu sözler kafamın içinde dolanıp duruyordu.
Afganistanlı bir doktor olan Khaled Hossein'in bu romanını okuduktan sonra, kendi yaşadığımız coğrafyanın ötesindeki "acı"ları daha çok düşünür oldum.
Dünya bir "kan deryası" halinde.
Barış yalnızca "rantiye"lerin çok da sevmedikleri bir "oyuncak" durumunda. Ellerinde savaş silahları, ardlarında ölüm "barış oyunu" oynuyorlar. Dünyanın hemen her yerinde. Barış insanı, dolayısıyla insanlığı "bitiren" bir oyun olmaktan çıkmadıkça, tüm silahlar ortadan kalkmadıkça bu "acılar" bitmeyecek.

O acıları bitirmek, yine insanların elinde.
Ama insanlar ellerinde olanın farkında değiller. "Bin Muhteşem Güneş" insanlara, insanlıklarını fark ettiren bir roman.
Yazarına teşekkürler, çevirenine, basan yayınevine teşekkürler.
Tabi okuyanlara da...

10.07.2010 / (884/11)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.everestyayinlari.com/kitaplar.asp?b=555

9 Temmuz 2010 Cuma

TEK VE TEK BAŞINA TÜRKÂN


Tek ve Tek Başına Türkan (Biyografi)
Ayşe Kulin
Everest Yayınları,
İstanbul, Kasım 2009
ISBN: 978-975-289-650-5
332 Sayfa,


Yaşamımın önemli bir bölümünde birlikte çalıştığım bir insanın yakından bilmediğim bazı yönlerinin anlatıldığı bir kitap. Doğrusu alıp okumayı çok istememiştim. Ama elime geçince okudum.
Ayşe Kulin kendisinden "ısmarlanan" bir kitap yazmış Türkan Saylan hakkında.
Kitap aslında onun mektuplarından, çeşitli yerlerde yazıya döktüklerinden derlenmiş. Ayşe Kulin yazdığı kişiyi yakından tanımadığı ve amacı "çok satan" bir kitap yazmak olduğu için bence iyi bir yapı ortaya çıkaramamış.
Mektuplarda çoğunlukla olduğu gibi olaylar gerçekte yaşanandan farklı ve yazıldığı anki duygusallıkların neden olduğu öznelliklerle, yorumlarla ve gerçeğin yanlı anlatımıyla dolu olur. Dolayısıyla bu kitapta da en azından benim bildiğim bazı konularda çeşitli yanlışlık, eksiklik ve zamansal kaydırmalar var. Yine de bunların sonuca ve bütüne etkisi çok da fazla değil.
Çünkü amaç Türkan Saylan'ı olabildiğince anlatmak olarak belirlenmiş.
Bu bakımdan da bence hedefine ulaşan bir kitap olmuş.

İnsanlar "kahraman" doğmazlar. Hatta insanlar kendi kendilerini "kahraman" da yapmazlar. Aslında insanları başka "insan"lar da kahraman yapmazlar. İnsanları "kahraman" yapanlar, aslında "topluluklar" çoğu zaman da "yığınlar"dır. Yığınlar hiç bir zaman aynı değildirler, değişkendirler, kolay etkilenirler, çoğunlukla akıllarıyla değil duygularıyla davranırlar, tutum alırlar; bir gün göğe çıkardıklarını, gün gelir yerin dibine batırırlar. Benim görebildiğim kadarıyla Türkan Saylan hep "yığınların ve kendini yığınların arasında görmekten ve göstermekten çekinmeyenlerin kahraman"ı oldu. Çünkü bence o asla "yığının bir üyesi" değildi. Kendini hep "yığınlar"dan öte, üste ve ayrı gördü. Onun bu özelliği bir anlamda belki şansı da oldu. Belki de bunu bir anlamda kendisi oluşturdu. Bu nedenle onun "insan" yanını iyi görmek gerekir, çevresinde kendisi gibi "insan"ların varlığı onun "kahramanlaşma" sürecindeki en büyük fırsatı ve olanağıydı. O insanlar, Türkan Saylan'ın "insan" yanını üçüncü kişilere, onu tanımayanlara anlattıkları için yalnız yığınlar nezdinde bir "kahraman" kalmadı, "insan" olarak da belleklerde ve bu dünyada bazı izler bıraktı.
Gerçeği ise yalnız "yığın içinde olmayanlar" görebildi ve değerlendirebildi.
Ayşe Kulin bu kitabında o "insan"lara ulaşmış ve onların "Türkan Saylan"larını da anlatabilmiş olsaydı, o zaman bu kitap bir "kahramanı" anlatan, bir anlamda ona yakılan yakılan bir "naat"tan daha çok daha gerçek bir "roman" olabilirdi.
Kimbilir belki de günün birinde bunu yapacak olan bir başka "yazar" hatta yazarlar ortaya çıkabilir.
O kitaplar yazılana kadar, eleştirel bir gözle bakarak bu kitap okunmalı.
Ama bence en azından onunla birlikte Türkan Saylan'ın yazdığı ve onunla ilgili yazılan diğer kitaplar da bununla birlikte okunmalı.

09.07.2010 / (883/10)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.everestyayinlari.com/kitaplar.asp?b=579

5 Temmuz 2010 Pazartesi

BAHADIR'IN HİKAYESİ


Bahadır'ın Hikayesi (Anı)
Bülent Arpat
Ceylan Ofset, Samsun,
162 Sayfa,


Bir arkadaşımın 68 kuşağı üzerine çalıştığı bir kitap tasarısı nedeniyle haberdar olduğum ve okuduğum bir kitap. Ancak yazarına ulaşılabildiğinde edinilebiliyor.

05.07.2010 / (882/09)