18 Haziran 2010 Cuma

YERÜSTÜNDEN NOTLAR


Yerüstünden Notlar,
Madenci Kasabasında Yıkımın Fotoğrafı (Fotoğraf)
Editörler: Alaattin Timur-Mahmut Hamsici
Notabene Yayınları,
İstanbul, Haziran 2010,
ISBN:978-605-5513-00-9,
155 Sayfa,


Halkevleri Fotoğraf Atölyesi’nden 6 sanatçının fotoğraflarından yapılan röportajlardan oluşan “Madenci kasabasında yıkımın fotoğrafı, Yerüstünden Notlar” başlıklı foto-röportaj kitabı yayınlandı. Oradaki ölümleri görmek ve anlamak yetmiyor. Onun gerisinde olanları da çok iyi kavramak gerekiyor.

İstanbul - BİA Haber Merkezi / 19 Haziran 2010, Cumartesi

"Ama Bu Kaza Değil, Düpedüz Cinayet"

"...İki kişi düştük yola. Cesetlerin üzerinden atlaya atlaya gidiyoruz, adamın kolu kopmuş, bacağı kopmuş, belden aşağısı hiç yok. Mide, bağırsak hep dışarıda, kafa bir tarafta. Üzerine basmamak için atlaya atlaya, on dakika içinde geldik, kurtarma ekibine ulaştık. Dedik ki biz oradan geliyoruz, oraya kadar gidin. Ondan sonra biz hastaneye geldiğimizde zaten yer kalmamıştı. Çenemi böyle tutuyorum, çenem yerinde duruyor, şöyle bir bırakıyorum pat diye düşüyor, şok vaziyeti. Bu şartlarda çalıştık., emeğimi de alamadım. Olaydan sonra da çalışmaya devam ettim. Herkes suspus oldu olayı örtbas etmek için, 'kazadır' dendi, ama bu kaza değil düpedüz cinayet."


"Kandilli eskiden gül bahçesiydi" başlığıyla sunulan, 1983'deki grizu patlamasından canlı çıkan az sayıdaki işçiden birisi olan ve "7800 gün" çalışmasının karşılığı olarak bugün "830TL" emekli maaşı alabilen Salih Kılavuz'un anlattıklarında yer alıyordu yukarıdaki alıntı.

Onun sağ çıktığı 1983'deki patlamada yaşamlarını yitiren arkadaşlarının bedenleri, bugünün bakanının dediği gibi "sağlam" kalamamış belli ki. Aradan geçen 30 yılda bu kadarlık bir "ilerleme" herhalde onu "çok mutlu etmiş" olmalı. Bu demektir ki en azından "öyle olmayacağını" biliyor!

Bizde sürekli yaşanan "afet"(?)ler arasında maden kazaları da var. Kılavuz'un anlattığı ve geçen gün yaşadığımız "kaderin cilvesi" bunların arasından yalnızca iki örnek.

Oysa kömür madenciliğinin beşiği olan İngiltere'de son yüz yılda yalnız "bir" ölümlü kaza yaşanmış, o da neredeyse "50 yıl"önce.

Bu gerçekleri bilip görünce, insan ister istemez, Kılavuz'un "bu kaza değil düpedüz cinayet" şeklindeki saptamasına katılmadan edemiyor.
Tarihe ve bugüne tanıklık...

Notabene tarafından yeni yayınlanan, "Madenci kasabasında yıkımın fotoğrafı, Yerüstünden Notlar" başlıklı foto-röportaj kitabından alarak yazdım yukarıdaki başlığı.

Kitabı "Sağlığıma Engel Olma Platformu"nun Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 29 Mayıs'ta düzenlediği "Sağlık Hakkı Forumu" sırasında aynı zamanda "fotoğrafçı" da olan genç hekim arkadaşım Ayşen Gürbüz ile yıllardır İstanbul Tabip Odası'nın yayın faaliyetleri ve toplumsal eylemleri içinde emeğiyle katkıda bulunan Atilla Timur verdi bana.

Ayşen'den armağan ettikleri bu kitabın içine benim için bir şeyler yazmasını istediğimde "birlikte, biriktirilen hikayeleri aydınlığa kavuşturup, altına imzanızı almak dileğiyle" diye yazdı. Hoşuma gitti, bu duygu ve düşünceleri. Belli ki aklında başka "üretim konuları ve alanları" var! Foto-röportaj kitabını okuyunca bu sözler daha bir anlam kazandı ve daha da çok hoşuma gitti.

Halkevleri Fotoğraf Atölyesi'nden Ayşen Gürbüz, İlhan Beyoğlu, Alaattin Timur, Mahmut Hamsici, Ekrem Erbiz'in çektiği fotoğrafları, Alaattin Timur ve Mahmut Hamsici, TTK'nun Armutçuk ve Kandilli'de madende çalışan ve oradan emekli olanlarla yaptıkları söyleşilerle içiçe koyarak derlemişler bu kitabı.

İçeriği kadar basımı ve sunumu da çok güzel bir kitap olmuş. Gerçekten büyük bir emek var orada. Ama asıl emeğin büyüğünü orada yaklaşık yüz altmış yıldır çalışan, yaşayan, yaşamını yitiren insanlar harcamışlar. Hem de yaşamları bahasına!..

Onlar emek harcamışlar ama aslında özellikle 1980'den sonra orası "harcanmış" bir kurum. Bu sonuç, anlattıklarını görünür kılan fotoğraflardan kolayca anlaşılabiliyor.

Bu ülkenin yaklaşık 90 yıllık süreçteki varoluşunda çok önemli yeri olan bir kurum, bir yaşam biçimi son 30 yılda orada harcanmış, heba edilmiş. Her maden kazasında "harcanan" yaşamlar ise bu büyük "harcanma"nın yalnızca "yoğunlaştırılıp görünür hale getirilmiş" örnekleri bence.
Ölümleri ve harcananları anlamak

Oradaki ölümleri görmek ve anlamak yetmiyor. Onun gerisinde olanları da çok iyi kavramak gerekiyor. Bu ülkenin "bir vatandaşının kılına zarar gelmemesiyle" görevli olanların, bu görevlerini gerektiği gibi yerine getirmediklerini bu küçük kitapta sunulanlardan kolayca görmek, anlamak mümkün.

"Aldığını en azından aldığın gibi bırakma" kuralının devletin sürekliliği temelinde en önemli unsurlardan birisi olduğu halde, bunu "aldığını yok et" biçiminde anlayan bir "yönetim anlayışı"nın geçerli olduğu dönemlerde yapılanlar Kılavuz'un saptamasını ister istemez haklı kılıyor.

Evet bence yalnız maden kazaları ile değil, sermayenin küreselleşmesini dayatan ekonomi-politikaların yaşamı var eden unsurları yok etmesi de göz ardı edilmemesi gereken bir "cinayet"tir; hem de yapanın niyetinden bağımsızdır. Niyetin en azından bir kesim için "iyi" olması, ne yazık ki "sonucu" herkes açısından "iyi" kılmaya yetmiyor!

Bizim birey ve toplum olarak henüz öğrenemediğimiz konuların başında "toplumsal yarar ve toplumsal maliyet" de var. Bir şeyi yaparken ya da yıkarken, o yapımın ya da yıkımın yalnız o andaki değil, "gelecekte", yalnız o insanlar için değil, "tüm toplum" için bedel ve maliyetinin hesaplanması, sonuçlarının öngörülmesi gerekiyor.

Geriye doğru yapılan değerlendirmelerde de bu yaklaşımı benimsemek bazı gerçekleri anlamayı sağlar. Bir maden ocağının çevresinde "gelişmiş bir madenci kenti" yaratmanın, bunun için bu kadar kaynak, para ve emek dökmenin nedenlerini sorgulamak, anlamını kavramak, bunun sonuçlarını değerlendirebilmek gerekir. Hem de oradaki yaşamı kitapta sergilendiği gibi "bir savaştan çıkmışçasına" tarumar etmeden önce.

Sevgili Ayşen'le Timur ve arkadaşlarının bizlere sundukları bu "küçük" kitapta fotoğraflara bakarken ve orada yazılı olanları okurken tüm bunları düşünebilir, oradan bazı "yeni" şeyler öğrenebilirsiniz benim gibi.
Fotoğrafın "kara"sı

Böyle bir yazıda yer vermek belki çok gerekli değil; ama, en azından daha sonra yapılacak benzer yayınlar açısından bir "uyarı" sayılabilecek bir sözüm daha olacak:

Kitapta anlatılanlar "kara" ve "karanlık", aslında kömür madeni de "kara" ve "karanlık"; bunu anlatmak için de fotoğrafın "siyah-beyaz" ve "karanlık" olması bir "öz/biçim" koşutluğu ve bir "üslup" denemesi de sayılabilir, ama eğer fotoğraf aynı zamanda bir iletişim ve ifade aracıysa, anlatılmak istenenin okuyucuya/alıcıya tam olarak geçmesi için fotoğrafın görünür algılanır unsurlarının da çok olması gerekir. Belki basımla ilgili sorunlar da bundan sorumlu olabilir ama bazı fotoğraflardaki "görünemezlikler ve belirsizlikler" onların anlamlarını eksilten bir unsur olmuş.

Fotoğrafçıların amatör de olsalar en azından "görsel profesyonel"liğin unsurlarını gerektiği gibi sunmalarını en azından gelecekteki çalışmalarında bekliyoruz.


18.06.2010 / (894/21)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.notabeneyayinlari.com/

Değerlendirmemin yayınlandığı sitenin bağlantısı:
http://www.bianet.org/bianet/biamag/122816-ama-bu-kaza-degil-dupeduz-cinayet

13 Haziran 2010 Pazar

BOLO BOLO


Bolo'bolo (Deneme)
P.M
Çeviri: Kolektif Çeviri
Kaos Yayınları,
İstanbul, 2008 (İkinci Baskı)
220 Sayfa,







Algıyı, düşünceyi, hayalleri değiştiren kitaplardan birisi.
Dahası yaşamı da değiştirme doğrultusunda müthiş bir "özendirme" etkisi yapıyor.
"Başka bir dünya mümkün" diyenler için bir başucu kitabı...





13.06.2010 / (881/08)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.kaosyayinlari.com/kitaplar/bolo_bolo.html

Bolo Bolo'nun Bloğu:
http://bolobolo-pm.blogspot.com/

5 Haziran 2010 Cumartesi

ALİ İLE RAMAZAN


Ali ile Ramazan (Roman)
Perihan Mağden
Doğan Kitap,
İstanbul, Şubat 2010
ISBN:978-605-111-481-1,
164 Sayfa,


Perihan Mağden iyi bir gazeteci, ilkeli ve muhalif bir köşe yazarı, üretken bir insan, aydın. Söyledikleri çok kişiye aykırı gelse de, kızdırsa da mutlaka bir gerçekliği yansıtıyor. Kendi dilini yaratmış bir insan. Bu dil biraz "incitici". Çünkü herşeyi kendi adıyla ve gerçekliğiyle söylüyor.

Ali ile Ramazan da pek çok insanın, hatta aydının, "görmemek, duymamak, konuşmamak" istediği kısacası "bilmez" görünmeyi yeğlediği bir gerçeği bütün çıplanlığı ve sertliği ile ortaya koyuyor.

Bilerek acıtıyor Mağden. Ama en çok canı yananların durumlarında bir değişiklik olmuyor, bunlar yapılınca. Açmaz da burda. Tek yararı bazılarımızın biraz daha farklı bakmasını sağlaması. Onun da bir "fiyat"a kurban gitmeyen bir "değer"e karşılık gelmesi gerekiyor. Bu ise en zoru.

Bence herkes okumalı. En çok da Mağden'i sevmeyenler ve ona dayanamayanlar.

05.06.2010 / (880/07)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.dogankitap.com.tr/kitap.asp?id=1305