30 Aralık 2010 Perşembe

ÇİFTLERE CİNAYET DERSLERİ


Çiftlere Cinayet Dersleri (Roman)
Selim Temo
Halkevleri Yayınları,
Ankara, Kasım 1998
ISBN: -, 125 Sayfa,


Selim Temo'yu çeşitli toplantılardan tanıyorum.
Bu kitabını Galatasaray Lisesi'nin yanından inen caddedeki sahaflarda buldum. 1 TL'ydi! Yani benim deyimimle "sokağa düşmüş" bir kitaptı ve öyle olmamalıdı, aldım! İyi ki de almışım.

Harika bir cinayet öyküsü; ama daha önemlisi bir "felsefe kitabı". Pek çok sayfasına işaret koydum. Birisini paylaşayım:

"Evlilikten söz etmiyorum, bir flörtte bile kadının teslimiyeti söz konusudur. ... Aşk, aslında kadının ya da erkeğin teslim olmasıyla gerçekleşir, daha çok da kadının."

Bir dolu laf edilebilir bu iki cümle üzerine. Ama o daha farklı pek çok konuda, kimi zaman büyük filozoflardan da alıntı yaparak meselesini anlattırıyor, kahramanına.

Şaşırdığım bir nokta bağlantısını verdiğim kendi sitesinde bu kitapla ilgili bir ayrıntıya yer vermemiş olması.

Söz konusu romanı Halkevlerinin yarışmasında ödül aldığı için basılmış, buna dair de bir bilgi yok.

Onun diğer kitaplarını da okuyacağım. Size de öneririm.

30.12.2010 / (923/50)

Yazarın Sayfası: http://www.selimtemo.com/index.html

28 Aralık 2010 Salı

DÜNDEN BUGÜNE BABIÂLİ


Dünden Bugüne Babıâli (Anı-Derleme)
Nail Güreli
Heyemola Yayınları (İstanbulum Kitaplığı),
İstanbul, Ekim 2009
ISBN: 978-605-4307-04-3,
231 Sayfa,


Sevgili Nail Güreli ile bu yılki TÜYAP Kitap Fuarı'nda birlikte "imza günü" yaptık.
Ben o gün tek kitabımı kendisine imzaladım. O da bu kitabını bana imzaladı.
Kitaba yazdığı yazısında bana hitaben şöyle yazmıştı: "Babıâli Dostu..."

Evet kıyısından köşesinden olsa da bu kitapta anlatılan ve her geçen gün bir başka unsuru kaybolan Babıâli'ye dair eski bildiklerimi okurken anımsadım; bilmediklerimi de öğrendim.

Gerçekten geleceğe bir "belge" niteliğinde bir kitap yazmış sevgili Güreli.
Bu arada elli yılı aşan kendi gazetecilik serüvenini de öğrenmiş oldum.
"Eline, emeğine sağlık" demekten başka ne söylenebilir ki!

Orada anlatılan güzel insanların pek çoğu artık yok ve olanlar da ardı ardına "güzel atlara binip" gidiyorlar...

Yarına ne kaldı!...

28.12.2010 / (922/49)

Kitabın Yayınevindeki Sayfası:
http://www.heyamola.net/tr/kitap_detay.aspx?kid=116

23 Aralık 2010 Perşembe

HANGİ DİLDEDİR AŞK


Hangi Dildedir Aşk (Öykü)
Menekşe Toprak
Yapı Kredi Kültür Yayınları,
İstanbul, Nisan 2009
ISBN: 978-975-08-1597-3,
104 Sayfa,


Bu yıl içinde tanıştığım bir yazar arkadaşımın bu ikinci öykü kitabını onu tanıdıktan sonra alıp okudum. Bir önce okuduğum kitap "Yaz Evi, Daha Sonra" ile eş zamanlı okuduğum bir kitap.

Birbirini tanıyan, biri Amerika'da yaşayan Alman, diğeri Almanya'da yaşayan Türk asıllı bu iki genç kadın yazarın kitaplarında koşutluklar buldum.

Onların tanıştıklarını da öğrenince, dahası başka eleştirmenlerin de bu koşutluğu vurguladığını öğrenince şaşırdım. Fırsat bulduğumda iki kitabı ve bulduğum koşutlukları paylaşmaya söz vererek, bu kitabın da edebiyatta yeni bir "tad", farklı bir boyut arayanlarca okunması gerektiğini düşündüğümü belirtmek istiyorum.

Eğer olabilirse siz de her iki kitabı birlikte okuyarak onların dünyasını en azından "iki katmanlı" bir şekilde görebilirsiniz.

23.12.2010 / (921/48)
Kitabın yayınevindeki sayfası:
http://www.ykykultur.com.tr/kitap/?id=2028

19 Aralık 2010 Pazar

YAZ EVİ, DAHA SONRA


Yaz Evi, Daha Sonra (Öykü)
Judith Hermann
Çeviren: İlknur Özdemir
Metis Yayınları,
İstanbul, Kasım 2005
ISBN: 975-342-540-6,
152 Sayfa,


Yazarı Hermann genç kuşak Alman edebiyatçılarından birisi.
Bu öykü kitabı da günümüz batı toplumu insanlarının yaşamlarından, gündemlerinden kesitlerin oluşturduğu bir anlar "seçki"si.

Güzel yazılmış, keyifle okunuyor, derdini iyi anlatıyor.
Gazetecilik eğitimi almış olması ve halen bu mesleği yapması bence anlatımını geliştiren ve kuvvetlendiren bir unsur.

Kitabı okurken hissettiğim bir başka önemli unsur da kadını ve kadının gözünden dünyayı anlatıyor olması.
Kitaptaki öykülerin çoğunda, dile getirilen ayrıntılar, kadınların görebileceği, önemseyeceği, hissedeceği ve söyleyeceği ayrıntılar. Bu bakımdan "erkek" okurlar için, hele hele genç erkek okurlar için "öğretici" bir kitap olarak bile okunabilir.

Metis Kitaplarının indirimli reyonlarından bulup alabilirsiniz.
Siz de keyifle okuyacaksınız...

19.12.2010 / (920/47)

Kitabın yayınevindeki sayfası: http://metiskitap.com/Scripts/Catalog/Book.asp?ID=1918

13 Aralık 2010 Pazartesi

NAZİ KIZLARI


Nazi Kızları (Roman)
Hermynia Zur Mühlen
Çeviren: Mehmet Ali İnci
Dönüşüm Yayınları,
İstanbul, Şubat 2000
ISBN: 975-828-611-0,
144 Sayfa,


Sahaflardan bulup aldığım bir kitap.
Üç kadının ağzından Almanya'nın İsviçre sınırındaki küçük bir kasabasında faşizmin nasıl yükseldiğini anlatıyor. Çok etkileyici ve öğretici.

Kitap 2000 yılında basılmış ama günümüzle pek çok koşutlukları söz konusu.
Bir ideolojinin kitle tabanı bulup yükselmesini ve insanların yaşamlarını nasıl belirlediğini anlamak için çok iyi bir örnek.

Yazarını daha önce hiç duymamıştım. Ama kitabın arkasındaki biyografisini okuyunca onun diğer yapıtlarının dilimize çevrilmemiş ve basılmamış olmasına şaşırdım.
Keşke diğer kitapları da çevrilebilse...

13.12.2010 / (919/46)

Kitabın tanıtımıyla ilgili bir site:
http://www.kitapalemi.com/30196-nazi_kizlari.kitap

8 Aralık 2010 Çarşamba

KAPAN


Kapan (Öykü)
Vüsat O. Bener
Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, Mart 2009 (2.Baskı)
ISBN: 978-975-08-0842-8,
74 Sayfa,

Daha önce hiç kitabını okumadığım bir yazar.
İçindekiler birer bağımsız öyküden daha çok, günlük yaşantıların, hikaye tadında anlatılmasından oluşuyor.

Üstelik de yazar bunu içten bir şekilde ve açıklıkla yapmış. Bunu ancak kendisinden çok emin olan, özgüveni yüksek, görmüş geçirmiş, bilge insanların yapabileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu tür anlatıdan da aslında öğrenilecek pek çok ders olacağı açık.

Bitirince "iyi ki okumuşum" dedim. Okunmalı!...

08.12.2010 / (918/45)

30 Kasım 2010 Salı

BİZ


Biz (Roman)
Yevgeni Zamyatin
Çev: Algan Sezgintüredi
Versus Kitap: 103,
İstanbul, Şubat 2010 (2.Baskı)
ISBN: 978-605-5691-07-3,
246 Sayfa,


Kitabın kapağında "ölmeden önce okunması gereken 1001 kitap" arasında olduğu belirtilmiş.
Le Guin de "Şimdiye kadar yazılmış en iyi bilim-kurgu roman, klasik bir karşı ütopya." demiş.

Benim bu yıl içinde okuduğum Bogdanov'un "Kızıl Yıldız"ından ve Huxley'in "Cesur Yeni Dünya"sından sonra aynı türde ve birbirini etkilediği belirtilen üçüncü kitap.

Doğrusu onlardan çok farklı gelmedi bana. 1920'de yazılmış olması, bazı ayrıntıların yeterince işlenmemiş olması, henüz ne olacağı belli olmayan bir "yeni ülke"nin gelecekteki yaşamı ve insanlarına dair sonradan bir bölümü gerçekleşen öngörüleri olması ve insanın "özgürlük"le ilgili tutum ve davranışlarını sorgulaması bakımından dikkât çekici.

Olayın bir "kadın-erkek" ilişkisi üzerinden ve onun duygusallığı ve duyarlılığıyla ortaya konulmuş olması da bence okumayı kolaylaştırmış olması dışında bence onun bir zaafı.

Karşı ütopya türü kitapları okumaya yeltenenlerin bence ilk okumaları gereken kitap olmalı, çünkü daha sonrakilerden sonra okumadıklarında bu kitap onlara "zayıf" gelecek.
Yine de mutlaka okunması gerektiğine katılıyorum.

30.11.2010 / (917/44)
Yazarla ilgili bilgi: Wikipedi

Kitabı Yayınlayan Yayınevindeki Sayfası:
http://www.versuskitap.com/tanim.asp?sid=IRVTM0MYH4T2PVTUQ1FT

Kitapla ilgili Birgün Gazetesi'nde çıkan bir yazı:
http://www.kitaphaber.net/biz-yevgeni-zamyatin/

22 Kasım 2010 Pazartesi

RÜZGÂRIN TERSİ


Rüzgârın Tersi (Roman)
Milorad Pavic
Çeviren: Işık Ergüden
Mitos Yayınları, İstanbul, 1993
ISBN: 975-7468-63-0,
143 Sayfa,


Gerek biçimi, gerekse içeriği ile çok güzel bir kısa roman yani bir "novela".

Yazarı Milorad Pavic Nobel Edebiyat Ödülü'ne de aday olarak önerilmiş, tanınmış bir Sırp yazar. Çok sayıda kitabı var. 1929'da doğmuş ve yaklaşık bir yıl önce 30 Kasım 2009'da yaşamını yitirmiş. "Hazar Sözlüğü" konusunda bir uzman. Türkiye'de Agate ve Mitos Yayınları'ndan yayınlanmış kitapları var.

Rüzgârın Tersi pek çok farklı kategori içerisinde değerlendirilebilecek bir roman. Ama beni çarpan kullanılan dil yani "sözcükler" ve onlara verilen "anlam"larla ilgili yaratıcılıklar ve buluşlar oldu. Sağlam bir kurgu ve sürükleyiciliği sağlayan ayrıntılar var. Üstelik bunu "saçma ve anlamsız"lığın sınırlarında oynayarak yapıyor.

Yazar bu romanı 1991'de yazmış, iki yıl içinde de Mitos yayınlamış. Romanda bireysel düzlemde ve tarihsel-toplumsal boyutta bir savaş ele alınıyor. Aslında fiilen romanın yazılmasından sonra Mart 1992'de başlamasına karşın bence anlatılan savaş "Yugoslavya İç Savaşı". En azından ona doğru giderken yaşanılan süreç soyut olarak ortaya konuluyor.

Diğer yandan kitabın içinde belki de 3-4 romanın olduğunu düşündüm, hepsi de her an, hemen yazılabilecek nitelikte.

Aslında birbirine doğru akan iki roman fiziksel olarak da bu kitabın içinde yer alıyor. Kız Kulesi'nin kahramanları "Hero ile Leandros" tıpkı öyküdeki gibi bir ışığın peşinden birbirlerine doğru giderken aslında başka yerlere gidiyorlar ve okuru da götürüyorlar.

Yalnızca "Kabalcı Kitabevi"nin ucuz kitap reyonunda bulunabilen nüshalarını bitmeden alın ve bence defalarca okuyun. Seveceksiniz.

Kitabın girişinden bir cümle:
"Erkek, bir şeyin yarısıydı. Belki ondan daha güçlü, daha büyük, daha güzel bir bütünün güzel, güçlü ve yetenekli yarısı. Demek ki, yüce ve kavranılamaz bir şeyin büyülü yarısıydı. Kadın, bir bütüncü. Küçük, yolunu şaşırmış, ne çok güçlü ne çok uyumlu bir bütündü, ama bütündü."


22.11.2010 / (916/43)

Kitabı Yayınlayan Yayınevindeki Sayfası:
http://mitosboyut.net/index.php?option=com_mtree&task=viewlink&link_id=64&Itemid=0
(*) Yazarın fotoğrafı Wikipedi'den alınmıştır.

15 Kasım 2010 Pazartesi

MYRA


Myra (Roman)
Gore Vidal
Çeviren: İrem Sağlamer
Ayrıntı Yayınları:127,
İstanbul, Temmuz 1995
ISBN: 978-975-539-084-7,
171 Sayfa,


Aykırı bir yazarın filmi de yapılmış güzel bir eseri. Transseksüelliği anlatıyor ve bunu yaparken de aslında "modern" Amerikan kültürünü yeriyor.

Kısa ama bence bir "kült" roman. "Myra" ya da "Myron" Breckenridge'in transseksüellik öyküsünün, Amerikan müzik, sinema, gösteri dünyası ve kültürü çevrelerinde başından geçen ilginç olayları sergiliyor ve aslında da eleştiriyor.

Elime "ucuzladığı" dönemde geçti; okudum ve beğendim.

Okurken bir çok şey düşündüm. Kitap 1968 yılında yani tam 42 yıl öne yayınlanmış. Yayınlandıktan iki yıl sonra bir çok ünlü sanatçının yer aldığı inanılmaz bir kadroyla filmi yapılmış. Fİlmin Türkiye gelip gelmediğini ve gösterilip gösterilmediğini araştırmama karşın bir bilgi edinemedim. Gözterilmemiş olması büyük olasılık.

Aslında gösterilmemesi de doğal geliyor bana. Çünkü bu konunun hem de bu tarzda sergilenmesi için "eşitlik"ten yana ve "ayrımcılık karşıtı" olma açısından katetmemiz gereken çok büyük mesafe olduğunu düşünüyorum. Bence henüz oralarda değiliz...

Filmini izleyemesek bile kitabı bulup okumak mümkün, öneririm.

15.11.2010 / (915/42)

Kitabı yayınlayan yayınevinin sayfası:
http://www.ayrintiyayinlari.com.tr/

Kitaptan yapılan filmle ilgili bilgi sayfası:
http://www.imdb.com/title/tt0066115/

13 Kasım 2010 Cumartesi

CLARA'NIN GECELERİ


Clara'nın Geceleri (Roman)
Catherine Locandro
Çev: Şilan Evirgen
Artıbir Kitap:37/PMP Basın Yayın,
İstanbul, Eylül 2007
ISBN: 978-975-606-350-7,
108 Sayfa,

Bir biyografik roman denemesi. Gündüz ve gece iki farklı yaşamı, kimliği ve yüzü olan bir kadının yaşadıkları.
Catherine Locandro aslında bir "dizi yazarı"ymış, ayrıca bir de belgesel film senaryosu kaleme almış. Bu kitabından sonra yazdığı "Souers" adlı kitabı daha büyük bir başarı sağlamış.

Her yerde, herkesin yaşayabileceği iki yaşam. İyi öykülendirilmiş ve iyi anlatılmış. Heyecan ve merak unsuru da tam ve yerinde. Burada anlatılan hikaye de bir film senaryosu olabilecek nitelikte. Dolayısıyla okuması keyifli.

Üstelik "ucuz kitaplar" arasında bulunabiliyor.

13.11.2010 / (914/41)

Kitabın yayınevinin sayfası:
http://www.artibirkitap.com/

10 Kasım 2010 Çarşamba

BİR ERMENİ DOKTORUN YAŞADIKLARI


Bir Ermeni Doktorun Yaşadıkları
Garabet Haçeryan'ın İzmir Güncesi (Günce)
Derleyen: Dora Sakayan
Çev: Atilla Tuygan
Belge Yayınları: 503, Yaşam ve Anılar;
İstanbul, Ocak 2005
ISBN: 979-975-344-307-3,
107 Sayfa,


Bu topraklarda etnik köken olarak Türk, inanç bakımından da müslüman olmayanların yaşadıkları olumsuzluklara, baskıları anlatan anıları ve yaşanmışlıkları, aslında hepimizde olması gereken bir duyarlık nedeniyle ulaşabildikçe öğrenmeye çalışıyorum. Ama bu kez bunun ötesinde bir "hekim"in en sıkıntılı anlardan birisinde yaşadıklarını öğrenmek için bu kitabı almıştım.

Yaşanan bu yoğun ve şiddetli "acı"lara dair yeni örnekleri öğrenmek artık şaşırtmıyor beni; ama bu kitabı okurken yine çok şaşırdım. Çünkü anlatılanlar "bana asla olmaz" diye düşünen, saygın bir mesleği, sosyal statüsü ve varlığı olan bir insanın, bir "hekimin" de tüm ailesi ve yakınlarıyla birlikte aynı şeyleri yaşayacağını gösteriyordu. Üstelik o insan bir "kahramanlık destanı olarak bayraklaştırılan "Çanakkale Savaşı'nın adsız kahramanlarından birisi" olduğu halde bunlar başına gelmişti.

Kitabı okuyup bitirdiğimde en sonuna bir not düştüm:
"Bu yükü taşıyamaz bu ülke ve bu ülkenin insanları. Önce özür ve af dileyerek bu yükten kurtulmak gerekir."

Bunu daha önce de bir imza kampanyasına katıldığım sırada da yinelemiştim. Ama şimdi bunun bireysel olarak yapmanın yetmediğini düşünüyorum.

Farklı alanlardaki kurumlar olarak da bunu yapmak gerekiyor. Örneğin bu meslektaşlarının yaşadıklarından yola çıkarak "hekim"lerin de içinde yer aldıkları örgütleri aracılığıyla toplu olarak bunu yapmaları, sonra da onların belleklerden silinmemesi için bu dileklerini yaşamın içinde de gerçekleştirmeleri gerekiyor.

10.11.2010 / (913/40)

NOT: Bu kitabın yayıncısı ve çevirmeni bu kitaptan dolayı yargılanmıştır.

Kitabı derleyen ve Dr. Garabet Haçeryan'ın torunu Dora Sakayan'ın sitesi:
http://dorasakayan.com/

Kitapla ilgili bir tanıtım yazısının bağlantısı:
http://www.hyetert.com/yazi3.asp?Id=653&DilId=1

Kitapla ilgili olarak yazdığım bir yazının bağlantısı:
http://www.bianet.org/biamag/toplum/126102-yuzlesmeye-katki-ve-katilim-icin

6 Kasım 2010 Cumartesi

ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA


Çivisi Çıkmış Dünya (Deneme)
Amin Maalouf
Çev: Orçun Türkay
Yaı Kredi Yayınları,
İstanbul, Eylül 2009 (7. Baskı)
ISBN:978-975-08-1618-5,
216 Sayfa,


Dünyanın üzerinde yaşayan toplumların yakın geçmişinin ışığında geleceğini irdeleyen bir kitap. Uygarlıklarımızın tükenmemesi için bir tür "öneriler kitabı" da diyebiliriz.
Bir yazar ama sıradan bir "dünya vatandaşı" olarak, okurlarına yani kendi gibi diğer "dünya vatandaşları"na sesleniyor.

Çözümleme ve önerilerin tümüne katılınmasa bile gerçekliği, kendi boyutundan ifade ederken yaşadığı "insani kaygı"ya katılmamak olası değil. Bazı çok çarpıcı ve doğru saptamaları da var.

Ancak toplumların "karar veren/uygulayan" olduğu konusundaki kanaati, onu dünyanın kötüye gidişinin gerçek sorumlularını işaret etmekten alıkoyuyor.

Toplumlara ve insanlara birşey söylemeden önce "dünyaya egemen küresel kapitalizm"in sorumlularına birşeyler söylemeliydi kanımca.

Böyle yapınca kuşkusuz hem söylenecek sözler, hem de söyleniş biçimi değişecekti kuşkusuz. Ama o zaman böyle bir "çok satan" kitap olur muydu, tabii tartışılır.

06.11.2010 / (912/39)

Kitabın Yayınevindeki Sayfası

22 Ekim 2010 Cuma

CESUR YENİ DÜNYA


Cesur Yeni Dünya (Roman)
Aldous Huxley
Çeviren: Ender Gürol
Zigana Yayıncılık,
İstanbul, Aralık 2007
ISBN: 978-975-01700-2-7,
249 Sayfa,


Bugüne dair eleştirisi olanlar, ya da "başka bir dünya"yı düşleyenler kendi "ütopya"larını yazıyorlar. Bunu yapamayanlar da o düşleri okuyarak hem bugünü, hem de anlatılan "geleceği" tartışıyorlar.

Bir ütopyayı anlatan eserler kadar, bugüne dair olanları böyle bir düşsel dünyada anlatarak eleştiri getirenler de var kuşkusuz. "Anti-ütopya", ya da "karşı ütopya" bir tür olarak bu nedenle var.

Aslında Zamyatin'in "Biz" adlı karşı ütopya romanından esinlendiği söylenen bu romanı Huxley 1931 yılında yazmış. Huxley burada hem bir ütopyayı, hem bir karşı ütopyayı bir arada ortaya koyuyor. Bir anlamda "totaliter düzenlerin" insana ve insanlığa aykırılığı da ortaya konuluyor ve eleştiriliyor. Üstelik bu o andaki tek örnek üzerinden yapılıyor.

Huxley bir yandan da insana dair başka bir gerçekliğin tartışmasını yapıyor aslında. O da herşey istenildiği gibi gerçekleşir, barış dahil herşey sağlandıktan "sonra ne olacak" sorusu? Onun romanındaki son, bu sonranın tek ve net bir ifadesi olmasa da tartışılması gereken boyutlarından birisi.

Sizce "insanlar öyle bir dünyada, o koşullarda ne isteyecek, ne yapacak? Siz ne yapardınız?"

Sanatçılar toplumların önünde giderler, bazen de çok ilerileri düşünürler, düşlerler. Aslında bunlar da gelişmeye ışık tutan önemli noktalardır. Dolayısıyla onların bu düşlerin, şimdideki ve gündelik yaşamımızdaki izlerini bulmak, o sorunları irdelemek anlamlı ve önemlidir.

Zamyatin'in "Biz"ini okumadım, ama bu yıl içinde okuduğum Bogdanov'un "Kızıl Yıldız"ının bir anti tezi olduğu anlaşılan bu romandan esinlenilerek yazılmış "Cesur Yeni Dünya"yı sevdim. Üzerinde çok konuşulması, tartışılması gereken bir kitap bence.
Eş zamanlı olarak hem İthaki Yayınevi'nin hem de benim okuduğum Zigana Yayınları'nın bastığı kitabı bulup okumanızı öneriyorum.

22.10.2010 / (910/37)

Kitabın yayınevindeki sayfası:
http://www.ziganayayincilik.com/item_detail.aspx?id=8&type=self&anakategori=0&altkategori=0&lang=tr

Wikipedi'deki bilgiler:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Cesur_Yeni_Dünya

Kitapla ilgili bir değerlendirme yazısı:
http://mavimelek.com/cesur_yeni_dunya.htm

19 Ekim 2010 Salı

DAKTİLOYA ÇEKİLMİŞ ŞİİRLER


Daktiloya Çekilmiş Şiirler (Şiir)
Nilgün Marmara
Everest Yayınları,
İstanbul, Kasım 2006 (3. Baskı)
ISBN: 975-289-356-2,
171 Sayfa,


Ölümü okuyan, ölümü yazan ve sonunda da çok erken bir zamanda ölümü yaşayan bir insan Nilgün Marmara.
"Daktiloya çekilmiş şiirlerini" basılmadan önce kimler okudu, kimlerin haberi oldu bilmiyorum. Ama çok belli ki o bu şiirleri ölümü yaşarken yazmış.
Kendisi için değil ama "insanlık" için bir "imdat" çığlığı atmış bence. Ne yazık ki duyan olmamış. Ya da duyan olmuş ama onun bulduğu çözüme seçenek çözüm üretememiş.
29 yıllık kısa yaşamıyla bir "felsefe" sunmuş bize kitabın sonundaki şu dizeleriyle:
"... Çocukluğun kendini saf biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte."

Ve ölümü anlattığı bir şiirden bir bölüm:

Zamanı azaldı artık, zorlanmış bedenimin,
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi...
Aşk, bağ ve hiçbir utkuyu düşünmeden,
Kalıvermeliyim öyle kaskatı!

(Ocak 1982 / "Savrulan Beden")


Aslında "kaskatı kalanlar" geride kalanlar oldu herhalde...

19.10.2010 / (909/36)

16 Ekim 2010 Cumartesi

KÜTÜPHANEDEKİ BEDEN


Kütüphanedeki Beden (Deneme-İnceleme)
Iain Bamforth
Türkçesi: Begüm Kovulmaz
Agora Kitaplığı,
İstanbul, Nisan 2004
ISBN: 975-8829-21-1,
491(454) Sayfa,

Her hekimin, her sağlıkçının, başucu kitabı olması gereken kitaplardan birisi daha.
Yazarı bir hekim olarak çok önemli ve doğru bir iş yapmış. Hekimliği ve tıbbı, hem tarihsel gelişimi içindeki aşamaları, hem de bu aşamalara denk gelen hekim ve onunla hizmet ilişkisi kuran insanları anlatmış. Sonuçta bir tıbbın "eleştirel" tarihi çıkmış.
Aslında yazarın bu kitapta kendine ait bölümleri, yalnızca kitabın giriş kısmında yer alan 35 sayfalık sunuştan ibaret. Yazar, kitabın kalan 454 sayfasında aralarında "hekim-yazar"larin da bulunduğu 53 yazarın tıp ve hekimlikle ilgili eserlerinden bir derleme yapmış.
Tabii ki her şeçim ve işaret de bir değerlendirme ve yorum olduğu için bu seçim ve dizilişi de onun "marifeti" olarak değerlendirmek gerekli.Sonuç olarak çok önemli bir kitap ortaya çıkmış.

Her hekim, ya da tıbbiyeye adım atan her öğrenci, her hafta bu yazılardan birisini okuyarak, tüm hekimliği boyunca, kaç yıl hekimlik yapıyorsa, bu kitabı o sayıda okumalı. Dahası orada "bölüm"leri verilen kitapları da okumalı. Hatta yalnızca okumamalı, aynı zamanda o bölümlerin aklına getirdiklerini ve kendi deneyimlerini yazmalı da.

Ben "Sachs'ın hastalığı"yla böyle bir işe soyunmuştum. Şimdi de aynı şey "Kütüphanedeki beden" için yapmayı planlıyorum. Okurken yazdığım notları çok yakında bu kitapla ilgili kuracağım blogda da izleyebilirsiniz. Hem hekimler, hem de hastalar için; ama daha çok da "sağlık hakkı" için...

Kitabın Yayınevindeki Sayfası:
http://www.agorakitapligi.com/katalog.php?kitap=28&katalog=5

Kitapla ilgili olarak oluşturduğum blog:
http://kutuphanedekibeden.blogspot.com/2010/10/giris.html

16.10.2010 / (908/35)

BİR DELİLER EVİNİN YALAN YANLIŞ ANLATILAN KISA TARİHİ


Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi (Roman)
Ayfer Tunç
Can Yayınları,
İstanbul, Şubat 2009
ISBN: 978-975-07-1024-7,
482 Sayfa,


Bir kaç yerdeki mantık hatasının varlığına karşın çok güzel bir roman.
Yalnızca romanda konu edilen Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin değil, onun çevresindeki ve romanda anlatılan karakterler üzerinde yaklaşık 150 yıllık bir dönemi kapsayan Türkiye'nin bir öznel, ama gerçek tarihi anlatılıyor.
Bir "roman" ama aslında çok sayıda küçük insan hikayesinin anlatıldığı bir "potburi".
Çok kolay okunması, birbiri ardına eklemlenen öykülerin insana "acaba şimdi ne olacak" dedirterek uyandırdığı merak, dilin akıcılığı, insanların ve olayların sanki bir gazete haberi gibi anlatıldığı dili bence kitabı okunur yapan özellikleri.
Edebiyat eleştirmenlerinin neler yazıp söylediklerini pek bilmiyorum. Ama bence "roman" gibi bir "roman".
Ayfer Tunç'un daha önce "İki yüzlü Cinsellik" adlı kitabını okumuştum. Bu bir araştırma kitabıydı. İlk kez bir edebi eserini okudum ve okurken büyük keyif aldım.
Çok satanlar safına giremedi sanırım, ama yine de "iyi kitap" okumak isteyenlerin okuması gerektiğini düşünüyorum.

Kitabın Yayınevindeki sayfası:
http://www.canyayinlari.com/BookDetails.aspx/BIR-DELILER-EVININ-YALAN-YANLIS-ANLATILAN-KISA-TARIHI_2592

Yazarın web sayfası: http://www.ayfertunc.com/indextr.html

Kitabın web sayfası:
http://www.birdelilerevininyalanyanlisanlatilankisatarihi.com/

16.20.2010 / (907/34)

9 Ekim 2010 Cumartesi

ÖYKÜLER - VOLTAIRE


Öyküler (Öykü)
Voltaire
Çev: Hasan Fehmi Nemli
Ayraç Yayınevi,
Ankara , Aralık 2002
ISBN: 975-8087-58-4,
163 Sayfa,


Aydınlanmanın ünlü filozofu Voltaire ilginç ve hareketli yaşamı boyunca verdiği çok sayıda eser arasında "naif" sayılabilecek yapıtlar da ortaya koymuş. Her biri bir "masal" gibi anlatılan ama aslında içinde insana dair önemli bir konunun hatta "mesele"nin felsefi olarak tartışıldığı metinler bunlar.

Kitaptaki en uzun öykü "Zadig" zamansal ve mekansal bir uzaklaştırma ile günün olgularını "Babil"e ve çevresine taşıyarak ele alıyor. "Mikromegas" bir anti-ütopya zemininde insanlığı, bilimi ve inancı, "Cosi-Sancta" ahlaki doğruları yaşamın gerçekliği ve gereksinimleri çerçevesinde tarışıyor. Son öykü "Eflatun'un Düşü" ise dünyanın bütününe ve gidişe dair bir olumlamayı düşsel bir gerçeklikle ifade ediyor.

Voltaire başta olmak üzere aydınlanmanın tüm filozof ve yazarlarının tüm kitapları bu coğrafyada konuşulan tüm dillere çevrilip yayınlanmadıkça, ben gerçek bir aydınlanma ve modernleşmenin olacağını düşünmüyorum. Gelişimin ve ilerlemenin bence alfabesi onlar. Tabii oraya takılıp kalmadan, onu bir basamak ve bilgi olarak ondan yararlanarak yapıldığı sürece.

Bu yapıtların çoğu "metod"u ortaya koyuyorlar ve çok yönlü, çok boyutlu ve çok bağlamlı düşünmeyi öğretmeye ve alıştırmaya çalışıyorlar.

Mustafa Sütlaş

09.10.2010 / (906/33)

Kitabı yayınlayan Yayınaevine buradan ulaşabilirsiniz.

8 Ekim 2010 Cuma

GÜLÜNESİ AŞKLAR


Gülünesi Aşklar (Öyküler)
Milan Kundera
Çeviren: Serdar Rıfat Kırkoğlu
Ayrıntı Yayınları,2
İstanbul, Nisan 1988
ISBN:-,
191 Sayfa,


Üzerine çok şeyler yazılmış söylenmiş bir yazar olan Kundera'nın yayınlandığı dönemde özellikle Türkiye'de çok tartışılan, cinsellik, din, sosyalizm, siyasi sistem ve insan ilişkilerini ortaya koyduğu bir kitap.
Kundera alanı sinema olan bir akademisyen. En çok bilinen ve sinemaya da uyarlanan romanı "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği"nde olduğu gibi, bu öykülerinde de okuyucuya sanki bir film izlettiriyor gibi davranmış. G
örüntü (sekans)ların arasında parantez içinde verilen açıklamalar, çoğu zaman diyaloglarla süren olay anlatımı, yüksek görsel ayrıntı bu izlenimi kuvvetlendiren unsurlar.
Kanımca kitapta yer alan yedi öykünün hemen her birinden bir "sinema filmi" yapılabilir.

Ama asıl üzerinde düşünülmesi gereken nokta, insanın cinselliği ve inancının doğallığının ortaya koyulması ve buna yönelik müdahale ve yaptırımların anlamsızlığının gösterilmesi.

Benim için yine gecikmiş bir okumaydı ama okurken keyif aldım.
Eğer okursanız aynı duyguyu paylaşacağınıza eminim.

Mustafa Sütlaş

(Bu kitabın Can Yayınları tarafından yayınlanan baskısına buradan ulaşabilirsiniz.)

Ayrıca kitabı buradan da okuyabilirsiniz.

08.10.2010 / (905/32)

14 Eylül 2010 Salı

UTANGAÇ DİKİZCİ


Utangaç Dikizci (Roman)
Nikolaj Frobenius
Çeviren: Nükhet İpekçi İzet
Güncel Yayıncılık, İstanbul, Nisan 2002
ISBN: 975-802-095-1
312 Sayfa


Nikolaj Frobenius daha önce de bir başka kitabını okuduğum bir yazar.
Gerçekten "ilginç" sayılabilecek bir roman denemesi "Utangaç Dikizci".
Daha çok medyanın temel araç olduğu tıpkı Orwell'in 1984'de yazdığı gibi "gözetlenen" bir toplumu ve o toplumda "gözetleyen"e dönüşen insanı anlatıyor bu romanda.
Kahramanın ergenlik dönemine yeni girmiş olması da anlatılan ve kurguyu destekleyen, rahatlatan bir unsur olmuş.
Gözetleme özünde "cinsel/şehevi" (röntgencilik) duyguların ağır bastığı bir anlamda "pornografik" bir eylemdir.
Yazar da konuyu zaten bu yönüyle ortaya koyarak, okurun çok fazla düşündürmeden bu algıya ulaşmasını hedefliyor.
Onun yazış biçimi de aslında buna koşut. OKuyanı da "gözetleme" eylemine katıyor. Bunu diğer kitabında olduğu gibi romanı bir "film" gibi olayları ardarda sıralıyarak yapıyor.
Okurken olaylar ardarda gözümüzün önüne gelirken, kahramanın yani asıl gözetleyenin iç sesleri de yazarın ona verdiği "mektup yazma" görevi aracılığıyla bize iletilir kılınıyor.

Kelepir'e düşmüş bir kitap olsa da okurken hoşlandığım bir roman oldu.


Kitapla ilgili bir sayfa:
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=63832

14.09.2010 / (904/31)

10 Eylül 2010 Cuma

BİR GARİP VAKA:MATMAZEL P.


Bir Garip Vaka: Matmazel P. (Roman)
Brian O'Doherty
Çev: Serpil Durak
Ayrıntı Yayınları,
İstanbul, Ağustos 1996
ISBN: 978-975-539-149-6
129 Sayfa,


Üç yaşındayken "kör" olan, sonradan ünlü bir müzisyen olan "Maria Theresia von Paradis"in başından geçen, sonradan "Mesmerizm" diye adlandırılan ve kimilerince "şarlatanlık" olarak nitelenen bir tedavi yöntemini ugulayan Dr. Franz Anton Mesmer'in yaşamlarının kesiştiği dönemi ve bu dönemde önemli bir "skandal" sayılan bir olayı anlatıyor.

Çok ilginç bir kitap. Yazarının daha önce de başka bir kitabını okumuştum. Dili ve anlatımı hoş. Bu kitapta da farklı bölümler farklı anlatıcılar tarafından anlatılmış.

Tıbbın henüz keşfetmediği alanlarla ilgili çalışmalar yapanların pek çoğu "formel" tıp eğitimi alsalar da, almasalar da "ortodoks tıp" tarafından "şarlatan" olarak nitelendirilirler. Bunların çok azının iddiaları ya da söyledikleri sonradan bilimsellik kazanmıştır. Sanırım bu nitelemede bu durumun önemli bir rol oynuyor.
Ama yine de tıbbın bilemediği alanlara dair konulardaki itirazlar, "bilinenler" çerçevesinde kalmalı ve bu konuda o tedaviyi ya da uygulamayı talep edenlerin zarar görme olasılıkları söz konusu değilse bence çok da tartışılmamalı. Çünkü her bedenin sahibi bizzat kendisidir, bedeniyle ilgili kararları kendisi verir.
Diğer yandan "ortodoks tıp" ne yazık ki, "erk kullanımı", "otorite kurma" ve "ticari kaygılar" başta olmak üzere bir çok farklı etken tarafından güdülenmektedir. Özellikle tıbbın "çaresiz" kaldığı noktalardaki tutumları, çoğu zaman insanlar "nesneleştirilmekte"dir.

Kitap çok cesurca ve açıkça olmasa da bu konuya dikkat çekiyor ve kolay okunuyor. Bir "tıp" ya da "tarih" kitabı gibi okunabilir.

Bence kritik olan Mm.lle P'nin gözünü kör eden nedenin ve hastalığının mevcut veriler ışığında ne olduğunu ortaya koyabilecek bilimsel yaklaşımların olmasıdır. Göz uzmanlarının bu konuyu değerlendirip yorumlamaları ne güzel olurdu...

Kitabın Bağlantısı:
http://www.tumkitaplar.com/kitap/index.pl?kitap=6139

10.09.201 / (903/30)

1 Eylül 2010 Çarşamba

SOKAĞIN DİLİ OLSA



Sokağın Dili Olsa (Roman)
James Baldwin
Çev: Seçkin Selvi
Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2007
ISBN: 978-975-08-1232-3
172 Sayfa


Çok değerli ve önemli bir yazarın, çok bilinen ve güzel bir kitabı.
Giovanni'nin Odası'ndan sonra okudum. O kitapta ötekileştirilen bir kesimi "eşcinselleri" anlatıyordu. Çok da hoş ve güzel bir yaşam kesitiydi anlattıkları. Tabi ki kimileri için öyle değildi ve onlar açısından "ötekileştirme"nin anlamını da ortaya koyuyordu o kitap.

Bu kez başka bir boyutta yine aynı konuyu ele aldığını gördüm Baldwin'in.
Bu kez de ötekileştirme nedeni "siyah olmak"tı. ABD'de yalnızca derisinin renginden dolayı ötekileştirilen insanlar, kendi başlarına bırakıldıklarında, yoksulluklarına karşın çok güzel, özenilesi ve "şiirsel" bir yaşam sürdürebilirler. Ama "beyaz egemenler" onları onlara bırakmıyorlar. İşte Martin L. King o meşhur düşü bu nedenle görüyordu. O düşün yaklaşık 40 yıl sonra ABD'nin başına getirilen Obama'yla gerçekleştiği söylendi. Bundan çok emin değilim ama, bu noktaya gelinmesinde payı olanlar arasında sanırım Baldwin ve onun bu yazdıkları da var. Ama Obama'ya karşın ABD'de "siyah"lar, daha doğrusu beyazların dışındaki herkesin Baldwin'in anlattıklarını şu ya da bu oranda yaşadıklarını biliyoruz.

Yalnız orada mı?
Hayır!
Her yerde ve her coğrafyada aynı şeyler yaşanıyor.
Bu kitabı okuyanlar kendilerinin olduğu yerlerde "ötekileştirilenleri" görecek şekilde okumalılar bence... O zaman Baldwin'in romanda anlattığı bir çok şeyin bir "roman gerçeği" değil, hemen yanıbaşımızdaki "yaşam gerçeği" olduğu kavranabilir.

Baldwin bunun ne kadar farkındaydı bilmiyorum. Ama bu romanı Türkiye'de olduğu dönemde yazmış ve Paris'te bitirmiş. Çok uzak bir zamanda değil üstelik: 1972'de...

Kitabın Yayınevindeki bağlantısı:
http://www.ykykultur.com.tr/kitap/?id=1299
01.09.2010 / (902/29)

30 Ağustos 2010 Pazartesi

SEVGİLİ ARSIZ ÖLÜM


Sevgili Arsız Ölüm (Roman)
Latife Tekin
Adam yayıncılık,
İstanbul, Mart 1984
182.01.015.249.150.3,
218 Sayfa


Sevgili Latife Tekin'in bu kitabını tam 26 yıl sonra yeniden okudum. Okurken ilk okuduğum zamanki duygu ve düşüncelerim aklıma geldi. Sonra tuttum kendisine bir mektup yazdım ve yolladım. Belki bir gün onları da sizlerle başka bir yazıda paylaşırım.

Pek çok dile çevrilen bu romanı eğer hâlâ okumamış olan kitap okurları varsa, onlara "öncelikle" okumalarını öneriyorum. Daha önce okuyanlar ise, benim gibi bir kez daha okumalılar bence. Bunu yapmanın benim gibi onların da çok hoşuna gideceğini düşünüyorum.

Edebiyat araştırmacıları, sosyologlar, tarihçiler, politikacılar, psikiyatrist ve psikologlar da roman ve içinde yazılanları irdeleyip çıkardıkları sonuçları, anlamları toplumla paylaşmalılar. Çünkü bu roman bizlere pek çok açıdan "büyük imkânlar" sunan bir roman.

Özellikle, yakın geçmişimizi ve bugünümüzü, bu coğrafyanın insanını ve toplumu anlamak isteyenler için.

Kitabı şimdi yayınlayan yayın evinin kitapla ilgili sayfasının bağlantısı:
http://www.everestyayinlari.com/kitaplar.asp?b=182
30.08.2010 / (901/21)

29 Ağustos 2010 Pazar

SULTANA'NIN RÜYASI / PADMARAG


Sultana'nın Rüyası Padmarag (Roman)
Begum Rokeya Sakhawat Hossain
Çeviren: Billur Cavidan Yılmazyiğit
Versus Kitap,
İstanbul, Ocak 2007
ISBN:978-994-498-925-1
240 Sayfa

Versus Kitap yine haberdar olduğum ve tanıdığım için mutlu olduğum bir yazarı ve bir kitabı bana okutmuş oldu.
Üzerinde yazan "Tarihin ilk feminist ütopyaları" sözleri nedeniyle almıştım bu kitabı. İyi ki de almışım. Keyifle ve beğenerek okudum.
Müslüman bir kadının yirminci yüzyılın başındaki düşlerini, ütopyasını hem de "kadınları" önceleyerek ele alması, bunu yaparken şimdi yaşanılanı tersine çevirerek, erkekleri evlerine, mutfaklarına kapatması, çok hoş bir tersinlenme ve başka türlüsünü düşünme olanağı sağlıyor.

Yine bu yüzyılın henüz ilk 25 yılı dolmamışken o zamanki Hindistan, şimdinin Bengladesh'inde kadınların gerçeklerini ortaya koyan bir roman yazması da bana çok önemli geldi. Daha da ilginci yazarın yazmak dışında, o dönemde bi bölümünü bu romanın içinde anlattığı kurumları gerçekleştirdiğini öğrenince de çok şaşırdım.
İnsanların en zor koşullarda bile neler yapabileceklerini göstermesi bakımından bu nokta da çok önemli.

"Sultana'nın Rüyası"nı özellikle çevreciler ve ekolojiyle ilgilenenler okumalı ve orada bundan yüzyıl önce söylenenlerin şu andaki koşullarda bir daha irdelemeli, bugünü ve geleceği düşünüp ortaya koymalılar.

Kitaptaki ikinci anlatı, yani "Padmarag" ise ufak bir dramaturji çalışmasıyla her dönem oynanacak kadına ve kadınların yaşadıklarına dair "feminist" bir oyun ortaya çıkarabilir. Tiyatroyla uğraşan feminist tiyatroculara eğer haberleri yoksa buradan duyuruyorum.

Yayınevinin kitapla ilgili sayfası:
http://www.versuskitap.com/tanim.asp?sid=AD087QLDW2GF8KQIYJZV

29.08.2010 / (900/27)

24 Ağustos 2010 Salı

EKİN SAPI DEVRİMİ


Ekin Sapı Devrimi- Doğal Tarıma ve Doğal Hayata Giriş
(Ders Kitabı)
Masanobu Fukuoka
Çev: Aykut İstanbullu
Kaos Yayınları:27,
İstanbul, Eylül 2006
ISBN:975-7005-23-1
182 Sayfa


Kitabın türü olarak "ders kitabı" dedim. Gerçekten de bir ders kitabı.
Ama öğretmek için yazılmamış. Anlaşılmak için yazılmış.
"Dogma"lardan söz etmiyor; yaşamın kendisinden, unsurlarından, doğadan ve insandan söz ediyor.

Anlattığına bakacak olursanız Fukuoka ön planda tarımı nasıl yaptığından söz ediyor.
Ama satırlarının, cümlelerinin sözlerinin hatta harflerinin arası da okununca bir yaşam biçiminden söz edildiği anlaşılıyor.
Onun için altı çizile çizile, düşünüle düşünüle okunması gereken bir ders kitabı.

Ben okurken kitabın sağına soluna notlar da aldım.
Çıkardığım sonucu belki şu sözlerim daha iyi anlatabilir:
İnsan tüm canlılar gibi hâlâ evrimini sürdüren bir canlı. Ama şimdi o evrimi bir yol ayrımında. Ya kapitalizmin güdüm ve kontrolü altındaki bilim ve teknolojinin sunduklarını içerip içselleştirerek yarı insan, yarı makine (yapay bir canlı) olacak, ya da tüm bunlardan uzak ve arınmış olarak doğaya uyum sağlayan daha gelişmiş bir "insan" olacak.
İkisi de "sonsuz yaşam" vaad etmiyor.
Dahası ikincisi sürekli olarak birincisinin tehdidi altında varolmaya mahkum.
Ama ilki de bu süreçteki "olumsuzluklar" nedeniyle "yok olma" olasılığını her an ensesinde hissediyor.
Tercih sizin!
Bunun kararını marketten aldığınız "domates"e bakarak verebilirsiniz.

Özetle Ekin Sapı Devrimi "mutlaka okunması" gereken bir "yaşam kitabı"...

Kitabın yayınevindeki sayfası:
http://www.kaosyayinlari.com/kitaplar/ekin_sapi_devrimi.html
24.08.2010 / (899/26)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

KARA KİTAP


Kara Kitap (Roman)
Orhan Pamuk
İletişim Yayınları:312,
İstanbul,
17.Baskı, Aralık 1994
ISBN:978-975-470-453-2
448 Sayfa


Orhan Pamuk Türkiye'de hâlâ çok tartışılan bir yazar. Türkiye'nin Nobel Edebiyat Ödülü almış tek yazarı. Yalnız yazar değil bir "aydın" ve bir "entelektüel". Ödülle ilgili çoğu edebi olmayan tartışmalar yapılsa da artık bir "dünya yazarı" olduğu tartışılmaz.
İlk kitabı "Cevdet Bey ve Oğulları" benim de ondan okuduğum ilk kitabıydı.
Sonrakileri sunuluş şekli ve "çok satan" niteliği nedeniyle okumamıştım.
Yıllar sonra okuduğum "Kara Kitap" onun "tek yapıtlı" ve "kendini yineleyen" yazarlardan olmadığını benim için de ortaya koydu.
Her sanat yapıtı bir "anlam" arar ve varolurken o anlamı yaratır. Bu yapıt Orhan Pamuk'un "anlam arama ve yaratma" sürecinde bizleri kendisine "izleyici" ya da "tanık" kıldığı bir yapıt.
İçinde yine "İstanbul", yine bir "tarih dilimi", yine "gerçek" insanlar ve "gerçek" mekanlar var. Sonuçta yine "romanı roman yapan unsurların" tümünün olduğu bir "klasik roman"la karşı karşıyayız.

Yalnız yazma değil, her okuma da eylem olarak bir "yaratma"dır. Onun zamanı yalnızca yaratıcısına bağlıdır. "Geç okuma"lar olsa olsa "yaratıların o okur için gecikmesinin" dışında bir olumsuzluk doğurmazlar. Benim için de öyle oldu. Henüz okumadıysanız, okuduğunuzda sizin için de öyle olacağına eminim.

23.08.2010 / (898/25)

UYUYAN GÜZEL KARABURUN


Karaburun/uyuyan güzel (Monografi)
Yıldırım Aytaç
Yılmaz Matbaası (Kendi Baskısı),
İzmir, (Tarihsiz)
ISBN:978-9944-62-543-2,
185 Sayfa (fotoğraflı),


Yıldırım Aytaç Karaburun'lu emekli bir müzik öğretmeni. Ladik Akpınar Köy Eğitim Enstitüsü ve Çapa Öğretmen Okulu'nun mezunlarından.
1976'dan beri Karaburun'u araştırdığını ve bulduklarını paylaşmak için bu kitabı yazdığını anlatıyor.
Şöyle diyor: 'Noksan olabilir fakat yanıltıcı bilgiye yer vermeden bu kitapçığı azmaya kendimi bir Karaburun'lu olarak mecbur hissettim.'
Bu zorunluluğu keşke herkes, özellikle de "emekli öğretmenler" kendi yöreleriyle ilgili hissetseler. Gerçekten de büyük bir boşluk dolabilir, yörelerimiz ve oraların özellikleriyle ilgili olarak büyük bir yazılı belge arşivine sahip olurduk. Ve yine keşke bu kitaptaki bilgilerin hepsi elektronik ortamda bire bir olsa da katkı ve katılımlarla her gün daha zenginleşse...
Kendini bilmeyen hiç bir şeyi bilemez.
Kendi coğrafyasını, geçmişini ve bugüne nasıl geldiğini bilmeyenler de yerleşik uygarlıklar yaratamadıkları gibi bir toplum da olamazlar.
Sağolasın "Yıldırım hoca"...
Tüm "eksiklerine karşın" sen "somut bir yapıt" ortaya koymuşsun.
Bu kitap hem Karaburun'u, hem de seni unutulmaz kılacak.
Tabii değerini bilenler için...

23.08.2010 / (897/24)

2 Ağustos 2010 Pazartesi

BOZCAADA ÖYKÜLERİ


Bozcaada Öyküleri (Öyküler)
Çok yazarlı;
Hazırlayan: Kadir Aydemir
Yitik Ülke Yayınları,
İstanbul, Eylül-2009
ISBN: 978-994-436-201-6,
205 Sayfa,


Tenedos(Bozcaada)'a geldiğimde, adadan aldığım ve adayla ilgili üç kitaptan üçüncüsü de bu derleme kitaptı.
Bu kitabın içinde 34 yazardan 34 öykü var.
Hepsi yazar mı, hepsi öykü mü tartışılır belki de.
Ama adaya gelen ve burayla ilgili duyguları, düşünceleri olan dışarlıklı insanların adayla ilgili duygu ve düşüncelerini, hayallerini ve beklentilerini ortaya koyması bakımından, hele hele adada olunduğu dönemde okunacak, sonrasında da okuyanın kendi bozcaadasının kendi öyküsünü yazması için cesaret verecek bir kitap.
Hazırlayanın ve basanın eline sağlık.
Kitabı okuyunca aklıma gelen bir öneriyi de belki bir yanıt bulur diye burada dile getireyim:
Bence hazırlayan Kadir Aydemir bu adla bir web sayfası açmalı; bu kitabı okuduktan sonra kendi öykülerini yazanlarla bağlantıya geçmeli ve o kişilerle öykülerini burada yayınlamalı. Buraya yazılanlar bir kitap oylumuna eriştikçe de yayınlamalı.

Kısacası Bozcaada öykülerini el birliğiyle çoğaltmalı. Sonrasında da adada düzenli olarak yapılacak bir "Bozcaada Öyküleri" yarışması gerçekleştirilmeli.
Buna koşut olarak da her yıl "Bozcaada Öyküleri Öykü Haftası" düzenlenmeli ve o öykülerin yazarlarıyla edebiyatçılar adada buluşmalı.
Böylelikle adanın şu anda süren "edebi ve kültürel etkinlikleri"ne bir yenisi daha eklenmeli.

02.08.2010 / (893/20)

Kitabın bağlantısı:
http://www.yitikulkeyayinlari.com/bozcaada_oykuleri.htm

1 Ağustos 2010 Pazar

KOKU



Koku (Roman)
Patrick Süskind
Çeviren: Tevfik Turan)
Can Yayınları:172, 23. Basım,
İstanbul, Mart-2007
ISBN: 978-975-510-059-3,
250 Sayfa,


Koku ilginç bir roman. Şimdi hâlâ çok okunan ama ilk yazıldığı sıralarda çok satan bir kitap. Ben popüler olduğu dönemde okumadım. Ama "okuyayım" diye aklıma koyduğum kitaplardan birisiydi. "Gülün Adı"na benzer yanlar buldum. Aslında belki fazla bir özelliği de yok; ama çarpıcı bir yapıt olduğunu kabul ediyorum. Dünyanın, insanın ve yaşamın başka bir yönüne dikkat çekiyor. Hem de en az üzerinde durduğumuz, en az fark ettiğimiz bir boyuta bakmamızı sağlıyor. Bu bakımdan es geçtiklerimizi bize hissettirip anımsatan, farkındalığımızı çoğaltmaya yönelten bir yanı var. Zekice bir kurgu ile yazılmış. Yazar bize bir bilim insanı gibi "koklama" ve "koku" üzerine kolay kolay bir araya gelmeyecek oldukça sağlam bilgi veriyor. Bunu yaparken bir yandan da bir "polisiye" öykü yaratarak merakımızı ayakta tutmayı başarıyor. Diğer yandan insanı ve eksikliklerini tartışıyor. Yaşamsal varoluş ve anlamı üzerine bir tür felsefe yapıyor. Bireyi anlatırken, insan toplulukların tutum ve davranışlarını da bize sorgulatacak şekilde ortaya koyuyor. Dili ile, biçimi ile gerçekten iyi bir kitap. Bir "klasik" olmaya aday. Henüz okumayanlar varsa bence okumalı.

01.08.2010 / (892/19)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.canyayinlari.com/BookDetails_KOKU_929.aspx

29 Temmuz 2010 Perşembe

DUVARSIZ AVLU



Duvarsız Avlu (Öyküler)
Hale Seval
Pia Yayınları,
İstanbul, 2010
ISBN: 978-975-468-919-8,
184 Sayfa,

Tenedos(Bozcaada)'a geldiğimde, adadan aldığım ve adayla ilgili üç kitaptan ikincisiydi bu kitap.
Bu yıl basılmış, yani yeni bir kitap.
Yazarı Hale Seval okullu bir edebiyatçı. Öykü yazıyor. Çeşitli öyküleri ödüller almış.
Adada yaşadığı dönemlerde, adadaki tanıdıklarından, onların anlattıklarından, gözlemlerinden yola çıkarak asıl olarak "adalıları ve ada yaşamını" anlattığı, bir anlamda adayla ilgili bilgi veren bir boyutu da olan bir kitap yazmış.
Adayı "turistik bir yer" olmanın ötesinde merak edenler için bir tür "rehber" de denilebilir. Ama bu rehber, burada yapılacak yeni keşiflerin, yazılacak yeni öykülerin ve insan hikayelerinin olsa olsa yolunu gösterecek nitelikte.
Adanın yerlileri, eksiğini, abartısını, kurgusunu fark edip bu yönden eleştirse de "bilgiyi bir öykü biçimde öğrenmek" de keyif veriyor.
Bence adada birkaç günden daha uzun kalacak olanlarla, adayla sonrasında bağını da sürdürecek olanlar mutlaka okumalı. Hoşuma giden bir yanı da adayla ilgili kitapların sayıca artması, daha çok artması dileğiyle..

29.07.2010 / (891/18)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.saykitap.com/BSWeb/KitapDetay.aspx?kID=99231&kitapAdi_Duvars%FDz_Avlu_Bozcaada

27 Temmuz 2010 Salı

ANAYURT



Anayurt (Roman)
Dimitri Kakmioğlu
Çeviren: Niran Elçi
E Yayınları,
İstanbul, Şubat 2009
ISBN: 978-975-390-243-4,
221 Sayfa,



Bozcaada'da aldım. Bozcaada'da okudum.
İçinde 10 yaşında bu adayı "Tenedos" olarak bırakıp, 30 yıl sonra "Bozcaada" diye bulan bir adalının "trajik" hikayesi anlatılıyor.
"Kendi yurdunda sürgün" olmak, genellikle "solcu"ların kendilerine biçtikleri bir "konum". Onlar zaman zaman kovulsalar da gün geçti, devran döndü ve geri dönebildiler.
Oysa bu sürgünlüğü geri dönüşü olmayacak bir şekilde gerçekten yaşayan birileri hep var oldu bu coğrafyada. Dilleri, dinleri, renkleri, kültürleri, adet, gelenek, görenek ve tarihleri farklı ama "buralı" olan insanlar, en azından 50-60, en çok 100 yıldır sürgünler, kendi yurtlarından yuvalarından.
Onların yurtlarındayken bu "trajedi"nin kitapta anlatılması mümkün olan yalnızca bir bölümünden haberdar olmak bile insanı kahrediyor. Hiç bir payımız olmasa da en azından ses çıkarmadığımız "ortak" olduğumuz bir suçun failleri olarak "af" dilemek yetmiyor. Daha çoğunu yapmak gerekiyor.
Ama bunun için önce farkında olmak; bastığın her yere, dokunduğun her şeye bir de bu gözle bakmayı gerekiyor.

Tanıklıklar çok önemli.
Yazılı tanıklıklar, görüntülü tanıklıklar çok önemli. Zamanın bozamayacağı, yok edemeyeceği, değiştiremeyeceği şekilde kaydetmek çok önemli.
Dimitri Kakmioğlu bunu yapmış, hem de çok iyi yapmış, "Anayurt"unda.
Öncelikle "Ana"sı için, hepimizin anaları için...
Seni tanıdım. Artık unutmam olası değil Dimitri...
Sen koyduğun bu izle bu adada hep varolacaksın.

27.07.2010 / (890/17)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.eyayinlari.com/

25 Temmuz 2010 Pazar

MUZ SESLERİ



Muz Sesleri (Roman)
Ece Temelkuran
Everest Yayınları:739, T.Edeb.:239,
İstanbul, Ocak 2010
ISBN: 978-975-289-670-3,
277 Sayfa,


Bin Muhteşem Güneş'e dair yazdığım sözü yinelemek çok anlamlı olmayacak belki. Ama yine de söyleyeceğim: "Dünyada ne çok acı var!"
Acı dolu ve acıtan kitaplar okumak istemiyorum. Ama okumak zorundayız. Acıtmamanın ilk koşulu acıyı, acıdığını fark etmek, anlamak ve bilmek.
Dünyada iki tür insan var: Acıyı yaşayanlar ve acıyı yaşatanlar.
Duyarlı ve gerçeği görüp anlatmayı yeğleyen yazarlar bu iki grubun ara yerinde duruyorlar. Bir yandan acıyı yaşıyorlar, bir yandan da onları yaşamamışlara acıyı yaşatıyorlar.

Ece Temelkuran Oxford, Paris ve Beyrut'tan yazıyor. Hepsinden de "Beyrut"ta, Filistin'de gözümüzün önünde, her gün, şu anda bile süren acıyı bize aktarmak için yazmış bu romanı.
Belki de bu kitaba "roman" denmemeli.
Aslında, o önce bir gazeteci ve gözlemlediklerini, gördüklerini, yani gerçekleri anlatıyor bize. Onun anlattığı yerlerde "acı" hüküm sürüyor. Kahkahalar atılırken bile. Orada "ölüm" hüküm sürüyor. Çocuklar ilk önce insan öldüren silahların seslerini öğrenirken. Acının ve ölümün olması için önce "yaşam"ın olması gerek kuşkusuz. Temelkuran o yaşamı anlatıyor bize her boyutuyla.
Sanki oradaymış gibi izliyoruz olan biteni, onun yazdıklarından. Bir dolu varlığını bildiğimiz ama asla tanımadığımız insanları bize anlatıyor.
Muzlar birbirlerinden ayrılırken "cuk cuk" diye sesler çıkarırmış, ondan söz ederken anlatıyor tüm bu "acı"ları.
Sonra portakal ağaçlarının, çiçeklerinin kokusunu duyup, kendisini görünce doğuracaklarının daha güzel olacağını düşünen kadınların karınlarına birşey düştüğünde de bir ses gelirmiş, onu anlatırken anlatıyor, yaşadığı içimizdeki ve dışımızdaki "acı"ları.
Savaşın hiç olmayacağı, yaşanmayacağı o ilk güne kadar hepimiz duymalıyız, o muzların seslerini, hepimiz koklamalıyız portakal çiçeklerinin o kokusunu, "acı"ları içimizde duyarak.
O ilk günü yaratma umuduyla. Filipina'ya ve tüm Filistinli kadınlara...
Eline, aklına, yüreğine sağlık Ece Temelkuran.

25.07.2010 / (889/16)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.everestyayinlari.com/kitaplar.asp?b=580

18 Temmuz 2010 Pazar

ÇÖPLÜĞÜN GENERALİ



Çöplüğün Generali (Roman)
Oya Baydar
Can Yayınları:1833,
İstanbul, 3. Baskı: Ekim 2009
ISBN: 978-975-07-1088-9,
257 Sayfa,


Erguvan Kapısı'ndan sonra Oya Baydar'ın okudupum ikinci romanı.
Tıpkı Tahsin Yücel'in Gökdelen'i gibi gelecekten geçmişe yani bugüne bakıyor. Başka türlü söylersek, aslında bugüne gelecekten bakıyor.
Halen yaşadığımız, sonrasında ne olacağını bilemediğimiz yaşam gerçeklerini bazı metaforlarla anlatıyor. Ergenekon davası'nın konusunu oluşturan olayları bir "patlama"yla, sistemde yeri olmayan ve aslında sistemin besledikleri, ama asla sisteme teslim olmayanları da yine askeri bir tanımla "general" olarak nitelendiriyor.
Okurken insanın kendisine çeşitli sorular sormasını sağlayan, sorumluluğunu anımsatan ve bir tutum almaya yönlendiren, diğer bir deyişle "provoke eden" bir kitap.
Romanda en önemli tartışma konularından birisi de "belleğimiz", daha doğrusu anımsadıklarımız ve unuttuklarımız. Ancak bu kez "unutturan"lardan söz ediliyor, sorumluluk onlara daha doğrusu"yaratılan" bir "virüs"ün oluyor. Herşeye "kâdir olan" virüslerden birisine: "Üç maymun virüsü"ne.
Bugüne, yaşadıklarımıza kafa yoranlarca okunması gerekli bir kitap.

18.07.2010 / (888/15)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.canyayinlari.com/BookDetails_COPLUGUN-GENERALI_2619.aspx

17 Temmuz 2010 Cumartesi

ORGANON-I /KATEGORYALAR



Organon-I/Kategoryalar (Klasik-Felsefe)
Aristotales
Çeviren: Hamdi Ragıp Atademir
MEB Yayınları:1172, Batı Klasikleri:23, Ankara, 1995
ISBN: 975-110-148-4,
64 Sayfa,

Brecht'in tiyatrosuna da rehberlik etmiş, Aristo'nun Organon'unu ilk kez okudum.
Ne zamandır bir "mantık" kitabı okumamıştım. Aristo'nun düz mantığının ayrıntılarını okumak, düşünmeyi öğretmek bakımından çok önemli.
Bu ilk kitap bir şeyin ne olduğunu ya da olmadığını kendi içsel düzeni ve mantığı içinde ortaya konuluyor.
Mantığı neden lise müfredatından çıkardılar şimdi daha iyi anlıyorum.
Nazım'ın dediği gibi bu düzen, bu sistem "düşünen insan"a karşı çünkü.
Bulabilen herkese öneriyorum. Yaşı kaç olursa olsun...

17.07.2010 / (887/14)

DOLGUN NABIZLI KİTAP


Dolgun Nabızlı Kitap (Deneme)
Faik Çelik
Cinius Yayınları-Sağlık,
İstanbul, Ocak 2010
ISBN:978-605-5618-55-1,
136 Sayfa,


Dr. Faik Çelik'in İÜ'ndeki çalışma odasında "Beğenmen umuduyla" yazarak verdiği bu kitabı okuyup bitirmem uzun zaman aldı. 136 sayfalık kitabı bir roman gibi değil de birer makale okur gibi her yazısını ayrı ayrı okudum.

Bu kitap da daha önce yazdığı iki kitabın izleğini sürdüren, sağlık ve tıp ortamının, hekimliğin, sağlığın ve insan ilişkilerinin tartışıldığı, bunları yaparken arada kimi bilgilerin de öğrenildiği, sanki ders kitabı gibi okunacak bir kitap. Sonunda yer verdiği "aforizmalar" da kitabın bir özeti gibi..

Onun bu yazılarında yer verdiği düşüncelerin büyük bölümüne katılmıyorum aslında. Kuşkusuz bu gerekli de değil. Ama okumak, her birinin üzerinde düşünmek, hatta olanak olursa birileriyle tartışmak ve sonrasında da yeniden yazmak gerektiğini söyleyebilirim.
Önceki kitaplarında da, çeşitli sitelerde okuduğum köşe yazılarında da aynı düşünceler ve duygular uyanıyor. Özellikle tıp öğrencilerinin okumalarında yarar olduğunu düşünüyorum: Bu yazılardaki konuları düşünüp tartışarak "hekim olup" olmayacaklarına, "hekimlik" yapıp yapmayacaklarına karar verebilsinler diye.

Bu kitap da ardından başka kitapların geleceği umudunu doğuruyor okunup bitirildiğinde. Bakalım bir sonraki kitabın adı ve içeri ne olacak?

Ben buradan bir öneride bulunuyorum:
"Kalp vurum sesinin söyledikleri".

17.07.2010 / (885/12)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.ciniusyayinlari.com/kitapayrinti.asp?id=100092

PAHALI BİR TELEKIZIN ANILARI


Pahalı Bir Telekızın Anıları
Gerçek Bir Hikaye
Dimitra Ekmektsis / Patricia Lieb
Çeviren: Deniz Kantarcıoğlu
PMP Yayınları/Biz+ Yayınları,
İstanbul, Aralık 2006
ISBN: 9944-114-01-4, 221 Sayfa,


Gerçek yaşam öykülerini okumayı seviyorum. Her biri insana ve yaşama dair birşeyleri öğretiyor. Özellikle toplum içinde "öteki" sayılanların yaşamlarını okumak, anlamaya çalışmak bana önemli ve anlamlı geliyor.
Ünlü insanların yaşam öyküleri genellikle "çok satmak-para kazanmak" için yazılıyor ve basılıyor.
Bu kitap onlardan biraz farklı. Çok bilindiği sanılan ama az bilinen bir yaşam alanının hikayesini anlatırken, aslında para kazanmayı değil de bir "haksızlığı" ortaya koymayı amaçladığı için yazılmış ve yayınlanmış.
Dimitra Ekmektsis'in kitapta ortaya çıkan iki özelliği var:
Birincisi "istediğini yapma özgürlüğü"nün herkesin hem hakkı hem de ödevi olduğu gerçeği.
İkincisi ise "içtenliğin" karşılığı çok ve büyük bedeller olsa da insanları üstün kılan en önemli özelliklerden birisi olduğu.
Doğru ya da yanlış olmak, doğru ya da yanlış yapmak çok da önemli değil; eğer bunları yaparken ve sonuçlarını gördüğünüzde içtenliğinizi koruyabiliyorsanız, sonuçta kaybetseniz de aslında kazandığınız anlamına geliyor.
Dimitra yumuşak, dostça ve sanki doğrudan bize anlatıyor gibi yazarak yaşamını bizlere tüm boyutlarıyla açıyor. Okurken onu tanıyor daha da öte onunla bir arkadaş oluyorsunuz sayfaları okudukça.

Burada elektronik dünyanın geldiği noktayı vurgulamadan geçemeyeceğim. Kitabı okuduktan sonra yazarın oorada anlattıklarını internetten sesli, görüntülü olarak, kendi ağzından dinledim. Dahası Türkiye'ye geldiğinde verdiği söyleşiyi NTV'nin sayfasından okudum. Bu sayede kitap okumanın keyfine bir kez daha vardığım gibi, yaşanmış gerçekleri, insanların hayat hikayelerini öğrenmenin hiç bir zaman olmadığı kadar kolay olduğunu bir kez daha görmüş oldum.

Yazana, hazırlayana, basıp dağıtana teşekkürler.

17.07.2010 / (886/13)

10 Temmuz 2010 Cumartesi

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ


Bin Muhteşem Güneş (Roman)
Khaled Hosseini
Çeviren: Püren Özgören
Everest Yayınları,
İstanbul, 6.Basım Eylül 2008
ISBN: 978-975-289-484-6,
430 Sayfa,



"Dünyada ne çok acı var!"
Bu çok satan kitabı okuyup tamamladığım üç gün boyunca hep bu söz dudaklarımdaydı. Aslında Bosna Hersek'te tüm batının gözünün önünde yaşanan dramın, küçük bir örneğini anlatan "Leyla" kitabını okuduğumdan beri bu sözler kafamın içinde dolanıp duruyordu.
Afganistanlı bir doktor olan Khaled Hossein'in bu romanını okuduktan sonra, kendi yaşadığımız coğrafyanın ötesindeki "acı"ları daha çok düşünür oldum.
Dünya bir "kan deryası" halinde.
Barış yalnızca "rantiye"lerin çok da sevmedikleri bir "oyuncak" durumunda. Ellerinde savaş silahları, ardlarında ölüm "barış oyunu" oynuyorlar. Dünyanın hemen her yerinde. Barış insanı, dolayısıyla insanlığı "bitiren" bir oyun olmaktan çıkmadıkça, tüm silahlar ortadan kalkmadıkça bu "acılar" bitmeyecek.

O acıları bitirmek, yine insanların elinde.
Ama insanlar ellerinde olanın farkında değiller. "Bin Muhteşem Güneş" insanlara, insanlıklarını fark ettiren bir roman.
Yazarına teşekkürler, çevirenine, basan yayınevine teşekkürler.
Tabi okuyanlara da...

10.07.2010 / (884/11)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.everestyayinlari.com/kitaplar.asp?b=555

9 Temmuz 2010 Cuma

TEK VE TEK BAŞINA TÜRKÂN


Tek ve Tek Başına Türkan (Biyografi)
Ayşe Kulin
Everest Yayınları,
İstanbul, Kasım 2009
ISBN: 978-975-289-650-5
332 Sayfa,


Yaşamımın önemli bir bölümünde birlikte çalıştığım bir insanın yakından bilmediğim bazı yönlerinin anlatıldığı bir kitap. Doğrusu alıp okumayı çok istememiştim. Ama elime geçince okudum.
Ayşe Kulin kendisinden "ısmarlanan" bir kitap yazmış Türkan Saylan hakkında.
Kitap aslında onun mektuplarından, çeşitli yerlerde yazıya döktüklerinden derlenmiş. Ayşe Kulin yazdığı kişiyi yakından tanımadığı ve amacı "çok satan" bir kitap yazmak olduğu için bence iyi bir yapı ortaya çıkaramamış.
Mektuplarda çoğunlukla olduğu gibi olaylar gerçekte yaşanandan farklı ve yazıldığı anki duygusallıkların neden olduğu öznelliklerle, yorumlarla ve gerçeğin yanlı anlatımıyla dolu olur. Dolayısıyla bu kitapta da en azından benim bildiğim bazı konularda çeşitli yanlışlık, eksiklik ve zamansal kaydırmalar var. Yine de bunların sonuca ve bütüne etkisi çok da fazla değil.
Çünkü amaç Türkan Saylan'ı olabildiğince anlatmak olarak belirlenmiş.
Bu bakımdan da bence hedefine ulaşan bir kitap olmuş.

İnsanlar "kahraman" doğmazlar. Hatta insanlar kendi kendilerini "kahraman" da yapmazlar. Aslında insanları başka "insan"lar da kahraman yapmazlar. İnsanları "kahraman" yapanlar, aslında "topluluklar" çoğu zaman da "yığınlar"dır. Yığınlar hiç bir zaman aynı değildirler, değişkendirler, kolay etkilenirler, çoğunlukla akıllarıyla değil duygularıyla davranırlar, tutum alırlar; bir gün göğe çıkardıklarını, gün gelir yerin dibine batırırlar. Benim görebildiğim kadarıyla Türkan Saylan hep "yığınların ve kendini yığınların arasında görmekten ve göstermekten çekinmeyenlerin kahraman"ı oldu. Çünkü bence o asla "yığının bir üyesi" değildi. Kendini hep "yığınlar"dan öte, üste ve ayrı gördü. Onun bu özelliği bir anlamda belki şansı da oldu. Belki de bunu bir anlamda kendisi oluşturdu. Bu nedenle onun "insan" yanını iyi görmek gerekir, çevresinde kendisi gibi "insan"ların varlığı onun "kahramanlaşma" sürecindeki en büyük fırsatı ve olanağıydı. O insanlar, Türkan Saylan'ın "insan" yanını üçüncü kişilere, onu tanımayanlara anlattıkları için yalnız yığınlar nezdinde bir "kahraman" kalmadı, "insan" olarak da belleklerde ve bu dünyada bazı izler bıraktı.
Gerçeği ise yalnız "yığın içinde olmayanlar" görebildi ve değerlendirebildi.
Ayşe Kulin bu kitabında o "insan"lara ulaşmış ve onların "Türkan Saylan"larını da anlatabilmiş olsaydı, o zaman bu kitap bir "kahramanı" anlatan, bir anlamda ona yakılan yakılan bir "naat"tan daha çok daha gerçek bir "roman" olabilirdi.
Kimbilir belki de günün birinde bunu yapacak olan bir başka "yazar" hatta yazarlar ortaya çıkabilir.
O kitaplar yazılana kadar, eleştirel bir gözle bakarak bu kitap okunmalı.
Ama bence en azından onunla birlikte Türkan Saylan'ın yazdığı ve onunla ilgili yazılan diğer kitaplar da bununla birlikte okunmalı.

09.07.2010 / (883/10)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.everestyayinlari.com/kitaplar.asp?b=579

5 Temmuz 2010 Pazartesi

BAHADIR'IN HİKAYESİ


Bahadır'ın Hikayesi (Anı)
Bülent Arpat
Ceylan Ofset, Samsun,
162 Sayfa,


Bir arkadaşımın 68 kuşağı üzerine çalıştığı bir kitap tasarısı nedeniyle haberdar olduğum ve okuduğum bir kitap. Ancak yazarına ulaşılabildiğinde edinilebiliyor.

05.07.2010 / (882/09)

18 Haziran 2010 Cuma

YERÜSTÜNDEN NOTLAR


Yerüstünden Notlar,
Madenci Kasabasında Yıkımın Fotoğrafı (Fotoğraf)
Editörler: Alaattin Timur-Mahmut Hamsici
Notabene Yayınları,
İstanbul, Haziran 2010,
ISBN:978-605-5513-00-9,
155 Sayfa,


Halkevleri Fotoğraf Atölyesi’nden 6 sanatçının fotoğraflarından yapılan röportajlardan oluşan “Madenci kasabasında yıkımın fotoğrafı, Yerüstünden Notlar” başlıklı foto-röportaj kitabı yayınlandı. Oradaki ölümleri görmek ve anlamak yetmiyor. Onun gerisinde olanları da çok iyi kavramak gerekiyor.

İstanbul - BİA Haber Merkezi / 19 Haziran 2010, Cumartesi

"Ama Bu Kaza Değil, Düpedüz Cinayet"

"...İki kişi düştük yola. Cesetlerin üzerinden atlaya atlaya gidiyoruz, adamın kolu kopmuş, bacağı kopmuş, belden aşağısı hiç yok. Mide, bağırsak hep dışarıda, kafa bir tarafta. Üzerine basmamak için atlaya atlaya, on dakika içinde geldik, kurtarma ekibine ulaştık. Dedik ki biz oradan geliyoruz, oraya kadar gidin. Ondan sonra biz hastaneye geldiğimizde zaten yer kalmamıştı. Çenemi böyle tutuyorum, çenem yerinde duruyor, şöyle bir bırakıyorum pat diye düşüyor, şok vaziyeti. Bu şartlarda çalıştık., emeğimi de alamadım. Olaydan sonra da çalışmaya devam ettim. Herkes suspus oldu olayı örtbas etmek için, 'kazadır' dendi, ama bu kaza değil düpedüz cinayet."


"Kandilli eskiden gül bahçesiydi" başlığıyla sunulan, 1983'deki grizu patlamasından canlı çıkan az sayıdaki işçiden birisi olan ve "7800 gün" çalışmasının karşılığı olarak bugün "830TL" emekli maaşı alabilen Salih Kılavuz'un anlattıklarında yer alıyordu yukarıdaki alıntı.

Onun sağ çıktığı 1983'deki patlamada yaşamlarını yitiren arkadaşlarının bedenleri, bugünün bakanının dediği gibi "sağlam" kalamamış belli ki. Aradan geçen 30 yılda bu kadarlık bir "ilerleme" herhalde onu "çok mutlu etmiş" olmalı. Bu demektir ki en azından "öyle olmayacağını" biliyor!

Bizde sürekli yaşanan "afet"(?)ler arasında maden kazaları da var. Kılavuz'un anlattığı ve geçen gün yaşadığımız "kaderin cilvesi" bunların arasından yalnızca iki örnek.

Oysa kömür madenciliğinin beşiği olan İngiltere'de son yüz yılda yalnız "bir" ölümlü kaza yaşanmış, o da neredeyse "50 yıl"önce.

Bu gerçekleri bilip görünce, insan ister istemez, Kılavuz'un "bu kaza değil düpedüz cinayet" şeklindeki saptamasına katılmadan edemiyor.
Tarihe ve bugüne tanıklık...

Notabene tarafından yeni yayınlanan, "Madenci kasabasında yıkımın fotoğrafı, Yerüstünden Notlar" başlıklı foto-röportaj kitabından alarak yazdım yukarıdaki başlığı.

Kitabı "Sağlığıma Engel Olma Platformu"nun Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 29 Mayıs'ta düzenlediği "Sağlık Hakkı Forumu" sırasında aynı zamanda "fotoğrafçı" da olan genç hekim arkadaşım Ayşen Gürbüz ile yıllardır İstanbul Tabip Odası'nın yayın faaliyetleri ve toplumsal eylemleri içinde emeğiyle katkıda bulunan Atilla Timur verdi bana.

Ayşen'den armağan ettikleri bu kitabın içine benim için bir şeyler yazmasını istediğimde "birlikte, biriktirilen hikayeleri aydınlığa kavuşturup, altına imzanızı almak dileğiyle" diye yazdı. Hoşuma gitti, bu duygu ve düşünceleri. Belli ki aklında başka "üretim konuları ve alanları" var! Foto-röportaj kitabını okuyunca bu sözler daha bir anlam kazandı ve daha da çok hoşuma gitti.

Halkevleri Fotoğraf Atölyesi'nden Ayşen Gürbüz, İlhan Beyoğlu, Alaattin Timur, Mahmut Hamsici, Ekrem Erbiz'in çektiği fotoğrafları, Alaattin Timur ve Mahmut Hamsici, TTK'nun Armutçuk ve Kandilli'de madende çalışan ve oradan emekli olanlarla yaptıkları söyleşilerle içiçe koyarak derlemişler bu kitabı.

İçeriği kadar basımı ve sunumu da çok güzel bir kitap olmuş. Gerçekten büyük bir emek var orada. Ama asıl emeğin büyüğünü orada yaklaşık yüz altmış yıldır çalışan, yaşayan, yaşamını yitiren insanlar harcamışlar. Hem de yaşamları bahasına!..

Onlar emek harcamışlar ama aslında özellikle 1980'den sonra orası "harcanmış" bir kurum. Bu sonuç, anlattıklarını görünür kılan fotoğraflardan kolayca anlaşılabiliyor.

Bu ülkenin yaklaşık 90 yıllık süreçteki varoluşunda çok önemli yeri olan bir kurum, bir yaşam biçimi son 30 yılda orada harcanmış, heba edilmiş. Her maden kazasında "harcanan" yaşamlar ise bu büyük "harcanma"nın yalnızca "yoğunlaştırılıp görünür hale getirilmiş" örnekleri bence.
Ölümleri ve harcananları anlamak

Oradaki ölümleri görmek ve anlamak yetmiyor. Onun gerisinde olanları da çok iyi kavramak gerekiyor. Bu ülkenin "bir vatandaşının kılına zarar gelmemesiyle" görevli olanların, bu görevlerini gerektiği gibi yerine getirmediklerini bu küçük kitapta sunulanlardan kolayca görmek, anlamak mümkün.

"Aldığını en azından aldığın gibi bırakma" kuralının devletin sürekliliği temelinde en önemli unsurlardan birisi olduğu halde, bunu "aldığını yok et" biçiminde anlayan bir "yönetim anlayışı"nın geçerli olduğu dönemlerde yapılanlar Kılavuz'un saptamasını ister istemez haklı kılıyor.

Evet bence yalnız maden kazaları ile değil, sermayenin küreselleşmesini dayatan ekonomi-politikaların yaşamı var eden unsurları yok etmesi de göz ardı edilmemesi gereken bir "cinayet"tir; hem de yapanın niyetinden bağımsızdır. Niyetin en azından bir kesim için "iyi" olması, ne yazık ki "sonucu" herkes açısından "iyi" kılmaya yetmiyor!

Bizim birey ve toplum olarak henüz öğrenemediğimiz konuların başında "toplumsal yarar ve toplumsal maliyet" de var. Bir şeyi yaparken ya da yıkarken, o yapımın ya da yıkımın yalnız o andaki değil, "gelecekte", yalnız o insanlar için değil, "tüm toplum" için bedel ve maliyetinin hesaplanması, sonuçlarının öngörülmesi gerekiyor.

Geriye doğru yapılan değerlendirmelerde de bu yaklaşımı benimsemek bazı gerçekleri anlamayı sağlar. Bir maden ocağının çevresinde "gelişmiş bir madenci kenti" yaratmanın, bunun için bu kadar kaynak, para ve emek dökmenin nedenlerini sorgulamak, anlamını kavramak, bunun sonuçlarını değerlendirebilmek gerekir. Hem de oradaki yaşamı kitapta sergilendiği gibi "bir savaştan çıkmışçasına" tarumar etmeden önce.

Sevgili Ayşen'le Timur ve arkadaşlarının bizlere sundukları bu "küçük" kitapta fotoğraflara bakarken ve orada yazılı olanları okurken tüm bunları düşünebilir, oradan bazı "yeni" şeyler öğrenebilirsiniz benim gibi.
Fotoğrafın "kara"sı

Böyle bir yazıda yer vermek belki çok gerekli değil; ama, en azından daha sonra yapılacak benzer yayınlar açısından bir "uyarı" sayılabilecek bir sözüm daha olacak:

Kitapta anlatılanlar "kara" ve "karanlık", aslında kömür madeni de "kara" ve "karanlık"; bunu anlatmak için de fotoğrafın "siyah-beyaz" ve "karanlık" olması bir "öz/biçim" koşutluğu ve bir "üslup" denemesi de sayılabilir, ama eğer fotoğraf aynı zamanda bir iletişim ve ifade aracıysa, anlatılmak istenenin okuyucuya/alıcıya tam olarak geçmesi için fotoğrafın görünür algılanır unsurlarının da çok olması gerekir. Belki basımla ilgili sorunlar da bundan sorumlu olabilir ama bazı fotoğraflardaki "görünemezlikler ve belirsizlikler" onların anlamlarını eksilten bir unsur olmuş.

Fotoğrafçıların amatör de olsalar en azından "görsel profesyonel"liğin unsurlarını gerektiği gibi sunmalarını en azından gelecekteki çalışmalarında bekliyoruz.


18.06.2010 / (894/21)

Kitabın Bağlantısı:
http://www.notabeneyayinlari.com/

Değerlendirmemin yayınlandığı sitenin bağlantısı:
http://www.bianet.org/bianet/biamag/122816-ama-bu-kaza-degil-dupeduz-cinayet